Bizlere çok uzun zaman önceymiş gibi gelse de kısa zaman önce bu topraklarda çilekeş insanlar vardı. İdealist, fedakâr, kendini adamış… Her türlü yokluğa, yoksunluğa rağmen elindekini avucundakini eşiyle, dostuyla, yâranıyla paylaşan… Dava vardı, dava adamları… Davanın doğruluğu, yanlışlığı sonuna kadar tartışılabilir ama inandıkları uğrunda bütün ömürlerini gözlerini kırpmadan feda edebilecek seçkin ruhlar. Bu seçkin ruhlar, bugünlerden yüz binlerce fersah ötede durmuş, zamanın sayfalarında bir sisin, pusun içinde hayal meyal görünen, günümüzün bireyci, her şeyi bireysel başarı ve kazanmaya ayarlı heyulasında yitip gitmiş gibi.
Bu topraklardan hayatlarıyla çerağ olmuş, ömürlerini idealleri, ülküleri için yol eylemiş, gerçekten yaşamış nice ağabeyler gelip geçmiş. Galip Erdem de bu ağabeylerden biri. Gerçekten yaşayanlardan. Bugün bir benzerine zor rastlanır. Geçmiş zamanın ağabeylerinden. O ağabeyler ki şimdi bir masalın, bir anlatının yitik kahramanları gibiler. Bırakın gerçek hayatı, artık masallarımızda, anlatılarımızda, sohbetlerimizde, cümlelerimizde bile fedakârlığın, diğergamlığın, vefanın adına rastlanmaz oldu.
Fethi Gemuhluoğlu ondan “Galib-üz Zaman” diye bahsetmişti
Galip Erdem ülkü sahibi bir ülkücü. Vatanından ve milletinden başka hiçbir derdi olmamış. Bütün mesaisini vatan ve millet selameti için harcamış. Ülkücü olmanın önce bir ülkü sahibi olmak olduğunun bilinciyle yaşamış, bu bilinçle yapmış ne yapmışsa. “Ülkücünün Çilesi” adlı makalesinde nasıl biri olunması gerektiğinin sınırlarını kalın çizgilerle çizmişti. Onun ülkücüsünün sözlüğünde “rahat” kelimesi olmayacak, dünya nimetlerinde gözü ve nasibi olmayacak, bir lokma bir hırkayla yetinmeyi bilecek, davasına hakiki aşkla bağlanacak, sadakati için karşılık beklemeyecek, eyyamperest olmayacak, menfaatlerine tapan bir adam olmayacak, inançları uğrunda yaşamanın hazzını alacak ve asla kalabalıklardan olmayacak.
Dr. Mehmet Güneş’in “Rütbesiz Mareşal: Galip Erdem” makalesinde de belirttiği gibi rahmetli Fethi Gemuhluoğlu’nun bir mektubunda kendisine “Galib-üz Zaman” diye seslendiği Galip Erdem, 10 Mart 1930 yılında Fındıklı/Rize’de doğar. 12 Mart 1997’de Ankara’da baki âleme göçer. Dur durak bilmeden bir ömür boyu ülküsü için, ülküsü uğruna koşup durur. Liseyi bitirdikten sonra memuriyete başlar ama uzun sürmez. Çünkü onun ruhu mesai kavramına uzaktır.
Sabahlara kadar kitap okuyan, araştıran, yazan, çizen biridir Erdem. 1959’da Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirir. 1958-1960 yılları arasında Türk Yurdu Dergisi’nin genel yayın müdürüdür. Tercüman Gazetesi, Yeni İstanbul, Sabah Gazetesi, Zafer, Kara Kedi, Son Havadis, Düşünen Adam, Bizim Anadolu, Ortadoğu, Her Gün, Devlet, Töre, Bozkurt, Ocak, Yeni Sözcü gibi gazete ve dergilerde yazıları yayınlanır. Bu milletin üzerinden buldozer gibi geçen 12 Eylül döneminde MHP-Ülkücü Kuruluşlar Davası’nın avukatlığını üstlenir.
Zamana ve zemine göre düşüncelerini değiştiren, maslahata uygun hareket eden biri değildi
Galip Erdem, 12 Eylül döneminde ülkücü camianın hem avukatlığını üstlenmiş, hem de cezaevindeki ülkücülere ve ailelerine maddi, manevi büyük yardımlarda bulunmuştur. Şu hatırası, O’nun nasıl bir yapısı olduğunu gösteriyor. Galip Erdem hapisteki ülkücüleri ve dışarıda ailelerini her zaman ziyaret etmiş, mektuplarını ulaştırmış. Mektuptan kasıt toplanan yardımlar. Bir defasında Kerim Ünal’la beraber sitelerden aldıkları yardım zarflarını cebine koyup yola düşmüşler. Ceplerini yokladıklarında minibüse, taksiye verecek para olmayınca Kerim Ünal, “Ağabey zarftaki paradan alıp taksiye binelim, Kızılay’a gidince maaşımı çeker, fazlasıyla yerine koyarım” teklifini, “kafamı bozma da yürü” diyerek şiddetle reddetmiş. O kadar yolu yaya yürümüşler. Çünkü o yardım parasıydı, emanetti. Tekrar yerine koyulacak dahi olsa başka bir iş için kullanılamazdı. Galip Erdem, elindeki avucundaki bitinceye kadar yardım edermiş. Hatta emekli olması bile sırf ikramiye alıp bunu dağıtmak içinmiş.
12 Eylül’ün o şartlarında, herkesin bir yerlere savrulduğu, ortalıkta kimselerin kalmadığı bir dönemde elini taşın altına koyan Galip Erdem, her zaman kendi hayatını başkaları için harcamış, küçük hesapların içinde olmamış, şahsi menfaat peşinde koşmamış. Zamana ve zemine göre düşüncelerini değiştiren, maslahata uygun hareket eden, yapay milliyetçi, çakma dava adamı olmamış. Alabildiğine dik, alabildiğine yürekli… O sert zamanlarda bir gönül adamı, gönül eri olabilmeyi de başarmış.
Galip Erdem yaşadığı dönemde çıkarılan ve kendisinden yazı istenilen bütün dergi ve gazetelerde de yazı yazmış. Bu yazılardan bazıları kitaplaştırılmış. Çok fazla yazısının olmasına karşın kitapları fazla değil. Ülkücünün Çilesi, Sosyalizm ve Milliyetçilik Üzerine Mektuplar, Suçlamalar, Mektuplar adıyla kitapları yayınlanmış.
Su katılmamış bir dava adamı olan Erdem aynı zamanda sözünü sakınmayan, gerektiğinde sert eleştiriler yapan biri. O’nun davası kuru bir ırkçılık, sloganlara hapsedilmiş bir milliyetçilik değildir. Ahlak ve fazilet arayışı içinde özümüze sahip olmaktır. Milliyetçiliği kullanarak bir yerlere gelmek de değildir dava. Nitekim son dönemlerinde aynı fikrî ortam içindeki bazılarından rahatsızlığını “Türk milliyetçiliğinin temel meselesi Türk milliyetçileridir” diyerek dile getirmişti. Galip Erdem makam mevki peşinde koşan, koltuk sevdalısı biri olmadığından ve en önemlisi bu davaya bütün ömrünü hasrettiğinden yeri geldiğinde en ağır eleştiri ve uyarıları da yapmıştır.
Muaz Ergü yazdı