Yüksekova’da bir delikanlı dağlara, gökyüzüne, bulutlara, çiçeklere bakıyor: Yüksekten bakmıyor. Onlarla göz göze gelerek bakışıyor. Rüyasında kaçakçılar gül kaçırıyorlar, tomurcuk kaçırıyorlar, kara ölüm korkusunu, sarı sabrı, beyaz ümidi kaçırıyorlar. Onların yolculukları dâhil her şeye bakıyor.  Yüksekten bakmıyor.

Kendi yoksul çocukluğuna, yatılı okul günlerine, İstanbul’da hukuk tahsil ettiği günlere, Sultanahmet’e aşina ağaçlara, o ağaçlara konmayan güvercinlere, denize, simit satan, su satan çocuklara, simit satan su satan kendi çocukluğuna bakıyor. Yüksekten bakmıyor.

Çiçeği burnunda bir savcı ya, ağız dil bilmeyen yaralı annelere, yarasından barut kokusu damlayan ergenlere, dağa kaçırılan kızların yola dökülen deli karası saçlarına delil niyetine, küçük anlaşmazlıklara, büyük anlaşmazlıklara, kan davalarından arta kalan uçurum acılara, buna benzer, bunu çağrıştıran, daha çok Erdem ağabeyin “sana bana vatanıma ülkemin insanlarına dair” şiirindeki manzaraları andıran manzaralara bakıyor. Vicdanının gözlerinden, merhametinin gözlerinden bakıyor.

Su katılmamış bir Rumelili ya,  kemiğimizden etimizin bıçakla kazınması gibi, bir yüzyıldır kazına çekile geldiğimiz toprakların yeni sınırlarından ta Avrupa içlerine kadar uzanan nal izlerine, gönül izlerine, gül izlerine, orada yapayalnız bıraktıklarımıza, gavur içinde hâlâ rüyasının düşlerinde uç beyleri bekleyen, paşa bekleyen vali bekleyen, sesimizi soluğumuzu bekleyen kardeşlerimizin kaderine bakıyor. Kirpikleri yağmurda ıslanan mızraklar gibi, dalıp giderek bakıyor.

Renkli gözleri iki yerküre küresi…

Kızınca şivesine kavuşuyor.

Sahici, dost canlısı, ne pahasına olursa olsun adam satmayanlardan, unutmayanlardan; hatırlı…

Kırılıp kırıldığını, alınıp alındığını belli etmeyenlerden…

Yıllarca savcılık, tetkik hâkimlik yaptı. Şimdi Yargıtay üyesi…

Yasaları vicdanının süzgecinden getirip uygulayanlardan… Kılı kırk yarmak için eğilmekten bel ve boyun fıtığından muzdarip…

Şiir ve denemeleri kitaplaştı. Bir zamanlar Anadolu Edebiyat dergilerinde yazmıştı. Şimdilerde daha çok meslek kitaplarına mesai harcıyor. Bir düzine hukuk kitabı var.

Tütünü bırakalı rengi daha da sarardı.

İyi okur, iyi kitaplar okur,  hatır belasına kendisine gönderilen ve çoğu iyi olmayan imzalı kitapları okumadan rafa kaldırmaz.

Kronik iyimser.

Ege’de doğsaydı efe olurdu.

Yüzü Balkan ovalarının en başaklı hali… Farkı; kar düşünce eriyen bir sıcaklığı var yüzünün…

Erdal Noyan bu…

Sadece soyadının Moğollarla ilgisi var; soyunun yok…

Suyun her iki yakasından…

Böyle biliriz.

 

Mehmet Aycı yazdı