Bir aşk şehidi: Es’ad Erbili Hazretleri

Türkiye’de kimin kim ve ne olduğunu, yelpazenin neresinde yer aldığını gösteren tipik olaylar vardır. Bu tarafgirlik siyasi imiş gibi görünse de aslında bir medeniyet, bir inanış ve bir iman olayıdır. 31 Mart Hadisesi, 27 Mayıs İhtilali ve 28 Şubat bu türden olaylardır.

Yakın dönem Türk tarihinin en karanlık olaylarından biri de Menemen Vak’ası’dır. Vuku buluş şekli başta olmak üzere, seyri, sonuçlanması ile tam bir karanlık olaydır ve hâlâ bu karanlığını muhafaza etmektedir.

Menemen Vak’ası’nın üzerindeki şal özellikle kaldırılmamıştır ki böylece cezalandırılan, suçlanan kişilerin bu cezayı hak ettikleri kanaati yaygınlaşsın istenmiştir. Her yıl dönümünde ağızlardan ateşler saçılsın, dine, tarihe, tarikatlere hakaret edilebilsin istenmiştir ki yakın zamanlara kadar hep böyle oldu. Tabii bunun karşısında yer alan yeni Batılı ve Hristiyani değerler de göklere çıkarılabilsin. Günün gazetelerindeki birinci haberlere bakınız. Es’ad Efendi’nin ölüm haberi, güzellik kraliçesi yarışması haberi ile yan yana verilmiştir ki Murat Bardakçı da buna işaret ediyor alt yazısı ile.

Ancak tarihte hiçbir olay uzun süre karanlıkta kalmaz, birileri çıkar ve meseleyi vuzuha kavuşturmak ister ve tam olmasa da bazı ipuçları verir.

Menemen Vak’ası konusunda meselenin iç yüzüne dair en önemli yayınlar arasında Üstad Necip Fazıl’ın Menemen Vakası adlı eseridir. Üstad, Abdülhakim Arvasi Hazretleri de bu dava bağlamında tutuklandığı için, sıcağı sıcağına araştırıp yazmıştır bu eseri ve kimse o dönemde Üstad’a yanlış yazıyorsun diyememiştir. Mustafa Müftüoğlu’nun hakkını yememek yazım. Onun Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Sadık Albayrak’ın Yürüyenler ve Sürünenler eserleri de bu mânâda değerli eserlerdir.

Bu zincire eklememiz gereken yeni bir eser var elimizde. Ethem Cebecioğlu ve Vahit Göktaş’ın yayına hazırladığı Muhammed Es’ad Erbili adlı bu eser, hem Menemen Vak’ası’na yeni açılımlar getiriyor hem vak’anın kurbanı olarak seçilen Es’ad Efendi’yi tanıtmayı amaçlıyor.

Eser dediğimiz gibi yukarıdaki kitaplardan faydalanmakla kalmıyor, yeni kaynaklar da ekliyor. TBMM Zabıt Cerideleri, mahkeme tutanakları ile ayrıntılı bir yargılama okuyoruz. Tasavvuftaki letaiflerden bir kavram olan “sır” kavramına siyasi ve özel olarak tekke ve zaviyelerle ilgili gizemli çalışmalar, şifreler yüklemeye çalışan Mustafa Muğlalı’nın cehaletini değil inadi, anlamak istemeyen, “sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” dercesine mutlaka kurban arayan üslubunu görüyorsunuz.

Kitaba göre idam edilen 28 kişi masumdur

Eserden öğrendiğimiz şudur ki Kelami Dergâhı şeyhi Es’ad Erbili Hazretleri, oğlu Mehmed Ali Efendi ve idam edilen 28 kişi masumdur. İrtibatlı, iltisaklı imiş gibi görünenlerin varsa kusurları ise cezası idamlık değildir. Ancak yeni sistem kurban istemekte, döktüğü kandan nemalanmayı amaçlamaktadır. Onur Atalay’ın Türk’e Tapmak adlı doktora tezinde söylediği gibi “Yeni Kemalizm dininin en önemli şehidi (!) Kubilay’dır. Mustafa Kemal hayatta iken heykeli dikilen ve dinleştirilmiş törenlerle anılan tek kişidir Kubilay. Kubilay’a yüklenen ve onun öldürülmesinden hasıl edilmek istenen sonuca baktığınızda, bu işin tam bir proje, tam böyle bir sonuç almak için düzenlenmiş bir kurgu olduğunu anlıyorsunuz. Şu ifadelere bakan mısınız? “Büyük ordunun kahraman genç zabiti ve Cumhuriyet’in mefkureci muallim heyetinin kıymetli uzvu Kubilay B. temiz kanı ile Cumhuriyet’in hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır.” (Türk’e Tapmak, s.131)

İncelemeden anlıyoruz ki Es’ad Efendi’nin şehadeti ile birkaç kuş birden vurulmak istenmiştir. Hem yurt içi hem yurt dışı, birden fazla etkin çevrenin onayını almak var bu sebepler arasında. “O olmazsa bu”; “Onun yanında bu da var” denilsin istenmiştir.

İdam edilen müridana baktığımızda aralarında devlet ricali yok. Eğer devlet ricali olsaydı denilebilirdi ki bu kişiler ileride yönetimde yer alır, devrimlerin gidişatını şöyle veya böyle değiştirebilir. Ancak böyle bir durum yok. İdama mahkûm edilenler ağırlıklı olarak esnaftan kişiler. Aralarında bir de Yahudi var.

Menemen’den Hayim oğlu Josef. Hayim oğlu’nun idam sebebi bir esnaf olarak Menemen’deki müridanla alış veriş yapması ve bir rivayete göre ip satmasıdır. Vahametin derecesini göstermesi bakımından ilginç bir örnektir bu.

İdamlar, okul bahçesi, çarşı merkezi, istasyon durağı gibi, şehrin değişik yerlerinde infaz ediliyor. Bundan maksat açık: İstiyorlar ki halkın gözü korksun, halk olan bitene tepki gösteremesin ve pussun. Böyle de oluyor.

Es’ad Efendi’ye evlat acısı da yaşatmak istiyor olmalılar ki oğlu ve halifesi Mehmed Ali Efendi’yi, Es’ad Efendi berhayat iken infaz ediyorlar. Sonra Necip Fazıl tespiti ile Es’ad Efendi,  hastanede zehirlenerek dünyasını değiştiriyor. Naaşı gizlice defnediliyor.

Mezarı sonradan bulunuyor

Geliyoruz mezar yerinin keşfine. Yıl 1952, Eylül ayı. Sami Efendi Hazretleri Ahmet Dayhan Efendi, Konyalı Halıcı Mehmet Efendi, Ömer Kirazoğlu, Ahmet Fahir Sağol’un babası Halit Sağol ve birkaç müridi ile Menemen’i ziyaret ediyor ve mezar yerini Akşemseddin Hazretlerinin Eyüp El-Ensari Hazretlerinin kabrini keşfettiği gibi manevi keşif yolu ile tespit ediyor. Mezarın bulunduğu arsa 1962-63’te satın alınıyor ve Safa Camii böylece hayat buluyor.

Bu şehadetle gözetilen sonuçları şöyle sıralayabiliriz:

1. Tekkelerin kapatılmasının haklılığını göstermek ve halk nezdinde bunun ne kadar doğru bir iş olduğu kanaatini yerleştirmek;

2. Serbest Fırkanın kurulması ile yükselişe geçen muhalefetin önünü kesmek;

3. Bunun için Vakit gazetesine kışkırtıcı bir haber yaptırıyorlar ve süreç için düğmeye basılıyor.

4. İngilizlerle iş birliği halinde göstermek. Böylece Türkiye düşmanları ile işbirliği ve ihanet boyutu kazandırmak istiyorlar. Kanaatimiz odur ki bu vak’anın İngilizlerle işbirliği içinde olduğu algısı iki bakımdan önemli. Bunlardan birincisi, 1926'daki Şeyh Said olayında İngilizlerin silah ve para dağıtmasına bir ima, ihsas ile ilgili bir kıyas. Mahkeme reisi Muğlalı Mustafa, “Siz İngilizlerden himaye görüyordunuz diyemediği için “İngilizler tekkelere ilişmiyor değil mi?” diye soruyor. Musul’da nasıl geçiniyordunuz diyerek maddi menfaat aldıklarına dair şüphe sokuşturuyor. Halbuki Es’ad Efendi, oğlu Muhammed Ali Efendi’yi İngilizlerin Musul’daki işgaline ve petrol hesaplarına karşı kurulan Türk Muhibban Cemiyeti’ne aza ve aktif üye yapmıştır. Onlar İngiliz hakimiyetine karşı mücadele verirken bu husus ısrarla görülmüyor ve tam tersine bu husus, yurt içindeki güç odaklarına ve halka İngilizlerle işbirliği olarak gösterilmek isteniyor.

Şeyh Es'ad Efendi’nin “İngilizler dergahımıza karışmıyor,  yalnız kendi menfaatini (esas) alıyor. Mahdumuma (Muhammed Ali'ye) sordum. (O da) bizim zahi­remizi (tahıl ürünlerimizi) sevk etmiyor (engel oluyor) diye İngilizlerden çok şikâyette bulundu” sözleri

İle Mehmed Ali Efendi’nin “Efendim, orada (Erbil'de) biraderim (Muham­med Ali) vardır. İngilizlerden müştekidir (şikâyetçidir). Onlar, bizim evleri­mizi işgal etmiş(ler). Vergiden falan şikâyet ediyordu” sözleri Reis tarafından dikkate alınmıyor.

Bu hususun ikinci ayağı, Sultan Vahideddin’in İngilizlerle işbirliği yaptığına dair algı oluşturma arasında irtibat kurulsun istenmesidir. Tabii burada Sultan Reşad’ın Es’ad Efendi’ye intisaplı bir padişah olduğu, Efendi’nin; padişah adına Surre Alaylarının başında hacca gittiği de unutulmamalıdır. 

5. Es’ad Efendi, Milli Mücadele'ye destek vermiş bir kişidir. Hem bu eserden hem Necip Fazıl’ın eserinden, Mareşal Fevzi Çakmak’ın Anadolu’ya geçmezden önce Dergâh’a uğradığını ve Es’ad Efendinin desteğini, duasını aldığını biliyoruz ki Özbekler Tekkesinin de bu anlamdaki desteği malum zaten.

Kemal Edip Kürkçüoğlu, bu desteği Dâstân-ı Hazret’te şöyle anlatmıştır:

Te’minine milli zaferin Es’ad Efendi

Hak aşkına Allah deyüp himmet edendi

Zulmün ona bir halka-i nûr oldu kemendi

Cennetti deriz menzili, şeklen Menemen’di

Hayr’ulhâlefi Es’ad-i dergâh-ı Kelâmî

Fahr’ul urefâ bedr-i hafâ Hazreti Sâmî

Yeni sistem kendisine destek veren kişi ve kurumların daha sonra bu desteklerini resmi/gayriresmi açıklamalarla ifşa etmesinden hoşlanmamışa benziyor. Onlara göre Türkiye; “iç düşmanlara”, düşmanla işbirliği yapan hainlere rağmen kurtarılmıştır. Yaban romanında olduğu gibi... Böylece, kazanılan zaferin büyüklüğü, önemi artacak diye düşünmüş olmalılar. Böylece din adamları, tarikat ve dergahların kendilerine verdiği desteği örtecekler diğer yandan Milli Mücadelede bize verdiğiniz desteği yenilikleri (!) yaparken vermediniz diyerek cezalandırmış olacaklardı.

6. Ethem Cebeci hocanın tespitine göre Menemen Vak’ası’nın tertibinde ve idam ile sonuçlandırılmasında etkin olan diğer bir çevre de Bektaşilerdir; tarihten beri süregelen Bektaşi-Nakşi mücadelesidir. İttihad ve Terakki öncülerinin Bektaşilikle sıkı bağlarına işaret eden Ethem Hoca’ya biz de hak veriyoruz. Bu ihtimal en azından hesap dışı bırakılmamalı, diyebiliriz. Çünkü Yakup Kadri’nin Nur Baba adlı romanı ile “ifşa” ettiği bu ilişkiyi Alev Alatlı da Orda Kimse Var mı? roman serisinde doğruluyor. Alatlı’nın tespitine göre Birinci Adam, Bektaşi tarikatine mensuptur. Ki bu tespit bu zamana kadar yalanlanmadı.  

7. Sistem daha yeni kurulmaktadır. Toplum hayatı, siyasi hayat, dini hayat, eğitim, miras, dil, kılık kıyafet gibi hususlarda yapılan/yapılacak değişikliklerle ilgili redlerin önü alınmak istenmiştir. Bunun için, talebesi en kalabalık olan bir öncünün cezalandırılması, başta onun talebeleri olmak üzere diğer bütün kesimlere bir gözdağı olacaktır, yapılacak değişikliklere karşı çıkma cesareti kırılacaktır. Bundan dolayı memleket sathında ve diğer topraklarda en çok müridi olan Es’ad Efendi kurban olarak seçilmiştir. 

Kitaptaki zabıtlarda dikkat çeken en önemli hususlardan biri şudur: Mahkeme reisi nedense Kubilay’ı öldüren kişilere “Emri kimden aldınız, Es’ad Efendi veya onun bir yakını size yazılı veya sözlü böyle bir emir verdi mi, ne zaman verdi, nasıl oldu?” sorularını sormadığı gibi Es’ad Efendi’ye de bu katl olayı ve katillerle ilgili bir şey sormuyor, yüzleştirme yapmıyor. Menemen’e katl vak’ası dolayısıyla getirilen bir kişinin, bu olay ile ilgili sorulara muhatap olmaması ve sorgulamanın tarikatler ve dergah yoğunluklu olması sizce de acayip değil mi?

Görüldüğü gibi Menemen Vak’ası’nın üzerindeki şalın kaldırılmaması birçok şeyi örtmektedir ve bundan dolayı tarihi olayın üzerine gidilmemektedir. 

Kelami Dergahını Cart Vett’in kitabı sayesinde tanıyoruz

Es’ad Efendi ve diğer eşhası idam ile tecziye eden mahkeme reisi Mustafa Muğlalı talihin bir cilvesi olarak aradan on yıl geçtikten sonra Van’ın Özalp ilçesinde otuz üç kişiyi kurşuna dizdirdiği için kendisi de idam cezası ile tecziye edilecek ve hastanede delirerek ölecektir.

Allah isterse zalimi İslam’ın hizmetinde kullanırmış. Kitapta bu eserin tezahürünü görüyoruz. Çünkü Carl Vett adlı Danimarkalı parapsikologun Dervişler Arasında İki Hafta adlı eseri, Kelamî Dergâhındaki işleyişi, gelen gidenleri, dervişlerin manevi hallerini anlatan en önemli kaynaklardan.

Cart Vett tabiri caizse tarikat ve tasavvuf olgusunda o zamana kadar yapılmayan bir işi yapıyor ki bu bize, bedevilerin Hz. Peygamber aleyhisselama aklına gelen her şeyi sormalarını hatırlattı. Bilindiği gibi bir âyette “Öğrendiğinizde hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın” denilmiştir. Bundan dolayı Ashab-ı Kiram birçok soruyu sormaktan imtina etmişlerdi. Ve ashab, bedevilerin gelip Hz. Peygamber’e akıllarına gelen her şeyi sorduklarından, onların gelmesini dört gözle beklerlerdi. Tasavvufta da böyledir. Keramet başta olmak üzere rüya, vecd vs. gibi konular açıkça konuşulmaz, yazılmaz, şeyh ile mürid arasında gizli kalır. Ancak bir Batılı olarak Carl Vett geliyor ve aklına takılan her hususta Es’ad Efendi’ye sorular soruyor ki biz de böylece tarikatin manevi, gizemli halleri ile ilgili olarak hem Es’ad Efendi’nin derinliğinden haberdar oluyoruz hem bazı gizli haller açığa çıkıyor.

Carl Vett’in asıl merak ettiği hususlar; vecd nedir, keramet nedir, nasıl gösterilir, bir insan aynı anda birkaç yerde nasıl görülebilir, bunun yollarını bana öğretebilir misin, ben de bu bilgiye sahip olmak istiyorum, bunun için ne yapmam lazım gibi sorular çevresinde oluşuyor. Es’ad Efendi bu konulara pek girmiyor, esas olan imandır, ihlastır, istikamettir, kulluktur diyerek Vett’i Müslümanlığa yönlendiriyor. Bazı zikr meclislerine katılsa, Kur’an dinlese ve hatta namaz kılanları izlese de Vett’in Müslüman olduğuna dair bir işaret yok kitapta.

Kitaptan anlıyoruz ki Prof. Mehmet Ali Ayni, Ferid Kam, Mahmut Muhtar Paşa, Abdurrahman Gürses gibi devrin önemli ilim ve devlet adamları gelip gitmektedir. Başka hatıralardan da öğrendiğimize göre Bediüzzaman Said Nursi, Yozgatlı İhsan Efendi, Mehmet Akif Ersoy da Kelami dergâhına gelip gidenlerdendir.

Yozgatlı İhsan Efendi’nin Kelami Dergahı ile ilgisini oğlu Ekmeleddin İhsanoğlu şöyle anlatır: “Yozgat'ta mevcut tahsil imkânlarını sonuna kadar zorladıktan sonra ilim tahsil etmek için İstanbul’a gelir. Temmuz 1924'te İstanbul'da bulunduğu kısa müddet içerisinde Fatih Camii'nde ve Kelâmî Dergâhı'nda bulunur. Emin Sa­raç Bey'in naklettiğine göre Sa­mi Efendi [Ramazanoğlu], İhsan Efendi hakkında ‘Dergâha sık gelirdi ve orada çok görüşürdük’ demiştir. Buradan anlaşılıyor ki İhsan Efendi’nin intisabı da söz konusudur.

Hatıralarını anlatırken Kelâmî Dergâhı'ndan da bahseden İhsan Efendi, halkın Esad Efendi'ye bü­yük saygı ve sevgi beslediğini ve onun dizlerini öptüğünü söylemişti. Bir başka rivayete göre, İhsan Efendi, İstiklal Marşı şa­iri Mehmet Akif ile de o dergâhta tanışmıştır. Emin Saraç Bey'in ifadesine göre de Mehmet Akif ile aralarında­ki tanışıklık, İhsan Efendi'nin İstanbul'da bulunduğu süre içinde Kelâmi Dergâhı'nda olmuştu.” (Yozgatlı İhsan Efendi, s.73-77)

Bir şeyh efendinin hayatı

Ethem Cebeci ve Vahit Göktaş’ın hazırladıkları bu eserin diğer önemli bir yanı, Es’ad Efendi’yi bir âlim, bir tarikat şeyhi, bir kuruluşun reisi, bir yazar, şair, bir mürşid-i kâmil olarak ele almasıdır. Kitabın bu konudaki en önemli kaynakları arasında Üstaz’ın eserleri geliyor. Kenz’ül İrfan, Divan, Risale-i Es’adiyye, Mektûbât.

Tarikat, tasavvuf, rabıta, vahdet-i vücut, müjdeci rüyalar,  hakikat, kalp, ruh, sır, hafi, ahfa, nefsinatıka, şeyhlik, zikr, cezbe, keramet, ilmi ledün, tenasuh, nazar, zühd, aşk nedir gibi onlarca mesele hakkında Es’ad Efendi’ye sorulan soruları ve verilen cevapları muhtevi olan bu kitap, hem Es’ad Efendi’nin derinliğini, tevazuunu gösteriyor hem de bir mürşid-i kamilin tasavvuf, tarikat, terbiye anlayışı hakkında bizlere bilgi veriyor. İlim ile irfan, din ile hayat, aşka ve şahadet bu eserin ana temasıdır desek yeridir.

Eşrefoğlu Rumi Hazretleri şöyle demişti:

Elinden şekeri ayrığa sunup

Ağuyu kendi yutmakdır adı aşk

Belâ yağmur gibi gökten yağarsa

Başını ona tutmaktır arı aşk

Es’ad Efendi tam böyle yapmış bir aşk ehlidir.

Aşkını şöyle dile getirir ki içinde şehadetine dair ipucu da vardır:

Hayâl-i şem-i rûyinle acep mi yansa cân ü dil

Nigârım gel de gör kalbimde âteş âh ü zâr âteş

Ne mümkün bunca âteşle şehîd-i ışkı gasl etmek

Cesed âteş, kefen âteş, hem âb-ı hoş-güvâr âteş

*

N’ola bir kere şâd olsa cemâl-i bâ kemâlinle

Ki kemter bendeniz Es’âd sana fedâ olmak ister

O şimdi Safâ Camii’nin içinde. Beş vakit ezan, Kur’an ve kendine Fatiha okuyan mü’minlerin duası ile birlikte.

O bir şehid.

Şehid’in şefaati haktır.

Son söz olarak biz de ondan şefaat istesek ne lâzım gelir?