Bazı şeylerin vakti saati vardır derler. Bence aynı durum bazı kitapların okunması konusunda da geçerlidir. Yıllardır evinizde duran bir kitabı daha önce okumadıysanız muhakkak okunması için daha zamanı gelmemiştir. Elinize hep geliyor ve buna rağmen sonu gelmiyorsa özellikle düşünmek bile gerekebilir. Bu kanıya Rasim Özdenören'nin Aşkın Diyalektiği isimli kitabını okurken vardım. Kitabın kapağını açtım, 2011'de almışım. Lakin okumak 2014'e nasip olmuş. Tuhaf mesele vesselam...
Kapağından giriş kısmına, arka kapak yazısına kadar güzel bir kitap Aşkın Diyalektiği. Daha önce buna benzer bir kitap okumamıştım desem pek de yalan olmaz sanırım. Kitabın konusunu anlamaya çalışırken kendizi pat diye içinde bulmuyorsunuz aslında. Sizi yavaş yavaş içine alıyor. Biraz sonra kitabın içindesiniz ve bir sonraki sayfadaki anlatıma dair düşünceleriniz yeşeriveriyor. Aşka dair bütün kelimelere, kavramlara, aynı zamanda ilişki biçimlerine rastlıyorsunuz. Kerem ile Aslı'dan, Leyla ile Mecnun'dan Don Juan'a ve dahası romanlarda yaşanan aşk ilişkilerine. O kadar çok şey var ki aşka dair, sevgiye dair, muhabbete dair. Dönüşümlerine alışılamayan ve kavram kargaşası yaşayan biz gençler için sözlük niyetinde bile okunabilir. Metalaşmış dünyanın içerisindeki konumlarının da nerede olduğu daha rahat okunabilir ve görülebilir.
Âşık mısın yoksa maşuk mu? Yahut âşık iken maşuk, maşuk iken âşık nasıl olabiliyor insan? Bu ve buna benzer soruların cevaplarını barındırırken, kendi sorularını sorup kendi cevaplarını veriyor kitabımız. Bu da insanı düşünmeden düşünülesi bir olgunun içinden kurtarıp, daha rahat nasıl yönlenilir, bunu gösteriyor. Kitaba dair tam kendi sorularınızı sorarken bir satır sonrasında hem soru hem de cevabı çıkıveriyor karşınıza.
Bir adım kadar yakın ama bir nefes kadar uzak
Aşk kavuşmayı gerektirmez. Âşık adam kavuşmayı istemez. İster gibi görünür hep ama asıl dağları o önüne engel diye koyar. Mesele Mecnun'un Mecnun değil, Mecnun'un Leyla olarak kendinden geçmesi ve ilahi aşka ulaşması. Aşk engel tanımaz lakin engellerle beslenir, onlarla var olur. Hep bir yandan yakın, bir yandan da uzak olma istediği vardır âşıkta. Ama mesele biraz da maşuk olmak. Maşuğun da maşukluğunu kabul etmesi, belki de aşıklık istidadına geçiş yapmasıdır. Mecnun Leyla'yı görünce sen sen isen, ben kimim lakin ben ben isem sen kimsin diyerek aslında aşkın ilişki durumunun nerelere ulaştığını bizlere göstermektedir.
Efendimiz Allah'a en yakın olduğu noktada bile aralarında bir yay mesafesinde uzaklık vardır. Bir adım yakın ama bir nefes kadar uzak. Aşklar da hep böyle filizlenir. Ulaşmak ümidiyle coşarken gönül sesi, ortaya engeller çıkararak aşkı yaşamaya ve yaşatmaya devam eder. Süleyman Çobanoğlu'nun “Tekfurun Kızı” isimli şiirinde geçer: ''Bilesin kavuşmak yoktur islamlıkta/ kavuşan kısmı ancak gavurdur''. Buna benzer nice şarkılar, şiirler, kitaplar yazılmıştır.
Bugünlerde bir hatırası var elbette kitabın. Aşkla nasıl tutulur oruçlar. Daha doğrusu o oruç bizi aşka nasıl tutar. Her şey bir el mesafesi yakınken güzelliklerle, sabırla beklemek ve o sevgiye firasete ulaşmak. Sahur iftar arası büyük bir huzurla. Sade aç olmamak oruçla, anlamak anlaşılmak.
Rasim Özdenören'e bir kez daha saygı ve sevgilerimi sunarken kalemine, gönlüne dualar ediyorum. Yedi Güzel Adam'ın her birinden Rabbim razı olsun. İnsanın kalbine, ruhuna dair söyleyecek çok şey var bu kitapta. Gerçek aşka ulaşabilmek umudu ve duasıyla vesselam...
Hatice Kübra Karadeniz yazdı