Her gününü Pazar günüymüş gibi yaşayan, Pazartesilerini güneş altında geçiren insanların hikâyesi…”

İspanyol yönetmen Fernando Leon de Aranoa’nın İspanya’nın Vigo şehrinde bir tersanenin kapanması sonucu işsiz kalan yedi adamın hikâyesini anlattığı, 2002 yapımı bir film olan Los Lunes al Sol (Güneşli Pazartesiler) bir değil binlerce gerçek hikâyeye dayanan, modern dünyanın olumsuz getirilerine, işsizliğin insan hayatındaki yansımalarına odaklanan bir işçi filmi.

Çoğu orta yaşlarında işsiz kalmış bu yedi adamdan Santa’nın vurdumduymazlığını, Amador’un vazgeçmişliğini, Lino’nun yeniden eski hayatına dönmek için çabalayışını, Jose’nin yuvasını kurtarma çabalarını yönetmenin özgün sinema dili, sinemanın en gerçekçi hali ve özgün bir sinema deneyimi yaşayarak izliyoruz.

Javier Bardem muhteşem oyunculuğu 

Bu film hakkında yazıpta Javier Bardem hakkında yazmamak olmazdı. Filmin hikâyesi bir yana Bardem ’in oyunculuğu bile bu filmi efsaneler arasına sokacak türden. Filmin başrolünde Santa karakterini canlandıran Bardem, içinde bulunduğu durum nedeniyle kendine acımayı reddedip, bu duruma aldırmıyormuş gibi davranır. Fakat işsiz olmaları, işlerinden çıkarılma sürecinde bozulan birlikleri karşısında içi en dolu olan da odur. Sürekli neden çalışmadığını soran, çalışmak isteyen herkes için iş imkânı olduğundan bahseden arkadaşına karşı içini boşalttığı 7-8 dakikalık sahne filmin kilit sahnelerinden biri. Amador’un ölümünü öğrendiği sahne ise ölümsüz oyunculuklara girecek cinsten. Bardem, seyirciye ölüm karşısında duyulan acıyı müthiş bir şekilde aktarabiliyor.

Film içinde 8000 Peseta, Siyam İkizleri ve Ağustosböceği ile Karınca hikâyesine getirdiği yorumlar filmin en çok akılda kalan sahneleri. Diğer taraftan Bardem’in canlandırdığı, Oblomov’u hatırlatan Santa karakterinin toplumda ne kadar yeri olduğu ve böyle bir karakterin toplumda nasıl var olabileceği sorularını da akılda bırakıyor film. Kendi sorgulayıp hüküm veren değil, bazı noktalarda seyirciye sorular sordurtan bir film olması da filmi başarılı yapan bir diğer nokta.

Ayrıca oyunculuğunun dışında, barbar İsrail’in geçtiğimiz yıl binlerce kardeşimiz katlettiği Gazze saldırısı karşısında suskun kalmamış ve İsrail'i soykırım yaptığı, Avrupa’yı ise olaylar karşısında sessiz kaldığı için kınadığı bir mektubu bir İspanyol gazetesinde yayınlatmış bir insandır kendisi. Sonrasında büyük tepkiler almasına rağmen geri adım atmamış ve kendisine yöneltilen eleştirilere tekrar cevap verme cesareti göstermiş bir sanatçıdır.

Sonuç olarak film bizi 2 saatliğine belki de hiç dinlemediğimiz ama toplumsal hayatın birçok noktasında yaşanan bir hikâyeye şahit olmaya davet ediyor.

Serkan Fatih Orakçı yazdı.