Osmanlı modernleşmesinin bir sonuç ifadesi diyebileceğimiz Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’dan devraldığı askerî kadro ve bürokratlarla kuruluşunu gerçekleştirmiş ve oluşumunu Osmanlı devlet mekanizmasının üzerine inşa ederek de kurumsallaşmasını tamamlamıştır. Bu noktadan bakınca aynı ilişkinin Selçuklu ve Osmanlı arasında da mevcut olduğunu görebiliriz. Bu süreci çok daha gerilere, belki teşkilatçı yapımızın tohumlarını atan Mete Han’a kadar götürmek mümkündür. Dolayısıyla tarih boyunca bir süreklilik arz eden devlet geleneğimiz, rejim değişiklikleriyle varlığını daima muhafaza etmeyi başarmıştır.
İslâm’ın halk nezdinde yavaş yavaş kabul edilmesinden sonra bunun Türk devletinin bir politikası haline gelmesiyle birlikte, İslâm siyaset felsefesinin ve devlet anlayışının daha sağlam zeminlere oturduğunu söyleyebiliriz. Emevi ve Abbasilerin saltanat tecrübesi ve sultanların aynı anda hilafet makamını temsil etmeleri, her otorite boşluğunda çeşitli devletçiklerin ve hilafet iddialarının ortaya çıkmasına da zemin hazırlamıştır. Bunun sonucunda da Müslüman toplumlarda, özellikle siyasal anlamda ve diğer birçok konuda sıkıntılar meydana gelmiştir. Hemen her bölgede farklı mezhep ve fırkaların teşekkül etmesi ve bu oluşumların kendi meşruiyetlerini siyaset üzerinden din aracılığıyla ifade etmeleri, bugün Kuzey Afrika ve Orta Doğu’daki sorunların kaynağını oluşturmuştur diyebiliriz.