“Bıçakçı Dede” lakabıyla bilinen muttaki bir insan Mehmet Bıyıklı efendiyi tanır mıydınız? Bu dünyada yaşamış ve ahirete göç etmiş bu Allah dostu müminin adını duymuş muydunuz daha önce? Onu tanıma imkânınız olmuş muydu?
Yedi İklim dergisinin Ağustos sayısını görünceye kadar ben de hiç tanımıyordum. Dünyadaki misafirliğini Çankırı’da tamamlamış ve ahiretteki gerçek hayat âlemine göç etmiş, tevhid düşüncesinin önderlerinden olan Bıçakçı Dede’yi vefatının birinci sene-i devriyesinde rahmetle anarken, bu siteyi takip eden okurların da Allah dostu, Kur’an dostu, nur yüzlü Bıçakçı Dede’yi tanımalarını ve bir Fatiha ikram etmelerini istedim.
“Böyle küçük ev mi olur?”
Fatma Rânâ Çerçi, “İlle kalplerimiz kalaylı olacak” başlıklı yazısı ile tevhid düşüncesine gönülden bağlı Bıçakçı Dede’nin hayatından kimi kesitlerle, konuşmalarından, sözlerinden kimi bölümler aktararak onu tanımamıza imkân sağlıyor. Okuyucu olarak bizleri değişik bir iklime sürüklediği gibi, bu yazı ile bizleri kendi bakışımızın sınırlarını yeniden gözden geçirmeye ve yeniden bir özeleştiri yapmaya çağırıyor.
Bıçakçı Dede’yi nasıl tanıdıklarını, arkadaşları ile birlikte büyük bir aşk ve heyecanla gerçekleştirdikleri ziyaretleri, ilk karşılaşmalarını ve kendisinde bıraktığı derin etkileri o güzel üslubuyla anlatan Fatma Rânâ Çerçi, kendi dedelerini dünya gözüyle hiç görmemiş olmanın hüznünü de katarak sunuyor bu ilk buluşma anını… “Yarabbi, ziyaretimi hayırlı kıl. Kalbimi bu ziyaretten boş ve mahzun döndürme” diye dua ederek, büyük bir coşkuyla, büyük bir heyecanla Bıçakçı Dede’nin alçak çatılı, küçücük kapı ve pencereleri olan evlerinin önüne geldiklerinde hüzünleniyor. Fatma Rânâ Çerçi büyük dedeleri Molla Veli’nin evini ve onun “böyle küçük ev mi olur?” diye soranlara verdiği cevabı anımsıyor: “Dünya evi bu kadar olur. Büyük evlerimiz ahirette inşa ediliyor…” Onun bu küçücük evini de büyük dedesi Molla Veli’nin evine benzetiyor ve “Bıçakçı Dede’nin evi sanki o zamandan bu zamana taşınmış gibiydi” diyor.
Kalp okuyan, kalbi hisseden konuşan bir Allah dostu
Duygu yüklü ilk karşılaşma anını Çerçi’nin kendi üslubuyla, aynı heyecanı yaşayabilme umudunu taşıyarak, kendi kelimelerinin güzelliğiyle okumaya çalışalım: “Bulunduğu odanın kapısından girip de onu karşımda görünce gözlerim yaşla doldu. Çünkü onu gören gözlerim değil, kalbimdi, kalp yanmadıkça göz yaşarmazdı… Bembeyaz sakalları, o güzel yüzü, o mütebessim ifadesi ile henüz bir şey söylemeden kalbime hitap edivermişti. Sanki sözcükleri bakışlarında gizliydi:
Kızım; sen haksızlık yapmadıysan, sende kimsenin hakkı kalmadıysa, bırak üzülmeyi. ‘O şunu dedi’, ‘bu bunu yaptı’ diye kendini yorup durma. Sen ne yaptın? Bana ondan haber ver... Sen sana ait olanları düşün… İyilik, doğruluk yolunda olana en büyük dost Allah. Ötesi var mı? İnsanlar katı, asi, zalim olabilir, kabaca düşünüp hareket edebilirler. Her şey istediğimiz gibi olamaz ve herkesten istediklerimizi işitemeyiz.
Bir kapı hayra açılmayacağı gibi şerre de kapanmayabilir. Açılan her kapıdan hayır ile girilmez. Kapanan her kapının ardında da şer aranmaz… Rabbimize şeksiz şüphesiz teslim olmadık mı biz? O halde sabırla bekleyişimizi sürdüreceğiz. Hem senin kalbin bilir kızım. Hissedersin. Hep konuşsun hiç susmasın, hep yanında kalsın hiç gitmesin istersin. Zaman durur, sen zamanın dışında bir yerde kalırsın…”
Kalp okuyan, kalbi hisseden, tevhidî düşüncenin kelimeleriyle konuşan bu Allah dostunun konuşmalarından etkilenmemek, yüreğimizdeki titreyişleri hissetmemek mümkün mü? Fatma Rânâ Çerçi de bu müthiş konuşma ve aralarda yaptığı dualardan etkilenmiş ve avuçlarının terlediğini hissetmiştir. Bu güzel insanı, bu Allah dostunu daha iyi tanıyabilmek için kendi yaşamıyla ve öğütleriyle ilgili kimi anlatımlara değinmek faydalı olur kanaatindeyim.
Meğer o, benim makinenin ne dediğini anlarmış da ondan öyle ağlarmış
Bir gün bir adam iki çanta dolusu bıçak getirmiş Bıçakçı Dede’ye. Onlarla tam iki gün uğraşmış, hepsini tek tek bileyleyip hazır etmiş. Almaya geldiğinde “ne kadar ücret vereceğiz” diye soran adama, “ne verirsen, istersen hiç verme” demiş. Adam da bıçakları alıp para vermeden gitmiş. Bu hadiseyle ilgili Bıçakçı Dede şunları söylüyor: “İstediği buymuş demek… Para istemezdim, alın gidin derdim… İnsanlar bundan haz ederdi.”
Ethem Bey isimli bir esnaf sık sık Bıçakçı Dede’nin yanına gelirmiş. Onun çarkı çalıştırıp bıçak bilemeye başlamasıyla gözyaşlarına boğulurmuş. Bıçakçı Dede ondan şu cümlelerle bahsediyor: “Çark Cenab-ı Allah’ı zikreder. Meğer o, benim makinenin ne dediğini anlarmış da ondan öyle ağlarmış.”
Bıçakçı Dede’nin babası köyde çiftçilik yaparmış. Şal, çuval, kuşak dokurmuş. Annesinin gözleri görmezmiş ama evin içerisinde yere düşmüş ince iğneleri bulur, “bunları yere atmayın” diye çıkışırmış. “Oğlum beni görmüyor sanıyorlar, ben görüyorum” dermiş. Orucu hiç bırakmaz, boyuna oruç tutarmış…
Sıvacılık yaparlarmış, hanımı kireç karar, kendisi de sıva yaparmış. Bıçakçılığa sonradan alışmış. Önceleri bu işi yapan biri varmış. O bulundukları yöreden gidince Bıçakçı Dede bu işi yapmaya başlamış. Bu işle meşgul olduğu sürece sıkıntı, darlık çekmemiş.
Uşşaki kolundan Hayrullah Efendi’den ve Hüseyin Efendi’den ders almış. İskilip’in bir köyünde yaşayan İbrahim İpek Efendi’nin de ziyaretlerine gidip sohbetlerinde bulunmuşlar.
“Allah’ım sen beni koru” sözündeki “beni”yi silecek kadar ince
Babasının vefatından sonraki ilk ziyaretinde ise Bıçakçı Dede’nin kendisine söyledikleri oldukça manidar: “Ölen ana babamız için öldü diyoruz, aslında onlar ölmediler. Onlar dünyalarını değiştirdiler yalnız biz ölü duruyoruz. Allah gafletten gözlerimizi açsın.”
Kendi hanımının da bazen öfkeleniverdiğinden söz ederek, “Ama aklı ermediğinden onu öfkelenme kabul etmiyorum. Duymazlıktan geliyorum. Gönlü canda olsa, iki eli kanda olsa, ailense hürmet edeceksin.” diyor ve “ille aileye hizmet. İlle aileye hürmet…” sözleriyle ailenin önemini vurguluyor.
Güzel sözler sarf etmenin önemini ve sohbetlerin güzel olması gerektiğini şu sözlerle anlatıyor: “Bir insan konuşsa, salâvatı şerife getirmese, ölenlere rahmet okumasa, bıraksa gitse, oradan dağılsa, o neye benzer? Kartalların, kuzgunların köpek leşine sunduğuna benzer. Ama güzel muhabbet sohbet edersen Cenab-ı Allah onu zikirden sayar. İşte Allah cümlemizi doğru yoldan ayırmasın. Allah işinizi rast getirsin. Kör şeytan dolaşıyor etrafımızda. Çok dikkat edin. Beş vakit namazdan ayrılmayın…”
“Emeğim bilek zoru, Allah’ım sen beni koru” yazan bıçak bileyleme arabası ile sokak sokak dolaşıp bıçak bileyerek kazandığından “Bıçakçı Dede” lakabı alan Mehmet Bıyıklı; bahsi edilen sözdeki ‘beni’ kelimesinin üzerini kazıyacak, Allah’ın korumasını sadece kendi üzerine istemekten hayâ edecek kadar ince, samimi bir gönül insanıdır.
Eli helal lokmaya uzanmaktan, dili şükür etmekten başkasını bilmemiş bir Allah dostu…
İkinci bir Bıçakçı Dede’yi bulamayabiliriz; fakat…
Çankırılı Bıçakçı Dede’yi daha fazla tanımak isterseniz eğer, Yedi İklim’in Ağustos sayısını edinin ve Fatma Rânâ Çerçi’nin yazısını okuyun derim.
Tevazu sahibi bir Allah dostunu, gözlerindeki iman bakışını, yüzündeki iman aşkını, beyazlığını görebilmek için Allah’ın ipine sımsıkı sarılarak, gönlümüzdeki iman ateşini çoğaltmamız gerektiğinin farkında mıyız? Onun gözlerinden içimize düşen iman bakışından yararlanmak istemez misiniz? Bir kez de onun bıçağından dünyaya bakışı görmeye çalışalım…
Onun aynasına bakarak kendi ateşimizi, aşkımızı, coşkumuzu, bağlılığımızı yeniden gözden geçirmeyi düşünmeliyiz.
Rabbim O’na gani gani rahmet etsin. İkinci bir Bıçakçı Dede’yi bulamayabiliriz. Fakat etrafımıza, çevremize bir bakalım ve nerede bir Allah dostu varsa, nerede bir Kur’an dostu varsa onu bulup ziyaret edelim, hizmetinde bulunup istifade etmeye çalışalım.
Ben Bıçakçı Dede’nin bıçağından dünyaya bakmaya çalışınca böyle görüyorum.
Vesselam.
Şakir Kurtulmuş yazdı
Fotoğraflar: Fatma Rânâ Çerçi