2003 yılının 16 Mart’ına tekabül eden o günde, Amerika’dan Gazze şeridine gelip yıkılmak üzere olan bir ailenin evinin önünde İsrail askerlerinin kullandığı bir buldozerin önüne Filistinlilerin evleri yıkılmasın diye dikilip, üzerinden geçen dozerle hayatını kaybetti Rachel Corrie.
“Biliyorum, ‘Amerikalıyım’ demek bana utanç veriyor ama bana bu utancı yaşatanların ülkesinde utananların da olduğunu göstermek istiyorum sizlere…” diyordu bir yazısında Rachel; utanmanın, vicdanın, merhametin dininin ve milletinin olmadığını ispatlarcasına…
“Vicdanı rahatsız olduğu için…”
Şimdi bir düşünün; 23 yaşında bir genç kız, Amerika’daki rahat ve konforlu hayatını bir kenara bırakıp, Gazze’de Filistinli bir ailenin evi ile İsrailli bir askerin kullandığı dozerin arasına neden girmek ister ki? Yıllardır var olma savaşı veren bir halkla beraber, bombalar yağan gökyüzünün aynı metrekaresinde neden bulunmak ister ki?
Ansiklopediler bile yazılabilir bu sorunun cevabı nispetinde… Ama tek bir cümle ile cevap vereyim ben: “Vicdanı rahatsız olduğu için…”
23 yaşında, kalbi barışla, umutla, hayalleriyle dolu olan, tüm hayatını barış mücadelesiyle geçiren ve derdi kıtaları aşan Rachel yaşasaydı, bugün 44 yaşında olacaktı. Belki de umutlarının ve hayallerinin hepsini gerçekleştirebilecekti. Ama o, Filistinli ailenin başını soktuğu o küçük ev yıkılmasın diye hayatını yıkmayı göze alabilecek kadar koca yürekliydi. Öldükten sonra kendisini hayırla yâd eden milyonlarca insan olduğunu görse ne düşünürdü acaba..?
Rachel Corrie’nin vefat ettiği gün, 16 Mart günü, literatüre “Dünya Vicdan Günü” olarak geçti. Vicdan kelimesinin ete kemiğe bürünmüş hali olan bir insanın öldüğü günün bu sıfatla anılması ne kadar güzel değil mi?..
İsminin karşılığı olarak “vicdan” sözcüğünün kullanılması kaç kişiye kısmet olur ki…
Rachel Filistin’e gitmeden önce de ülkesinde çeşitli sosyal sorumluluk faaliyetlerinin içindeydi. Üç yıl boyunca gönüllü olarak ruhsal bozukluğu olan hastalara destek oldu. Daha sonraları Uluslararası Dayanışma Hareketi’nde gönüllü çalışmaya başlayarak İsrail’in Filistin’de yaptığı zulmü, ancak oraya dönük kamuoyu ilgisini canlı tutarak sağlayabileceğini düşünerek Filistin’e geldi.
Filistin’de yaşadığı günler boyunca annesine yazdığı mektupları, kendi günlüklerini, arkadaşlarına gönderdiği e-mailleri derledikten sonra Amerikalı gazeteci Katharine Viner ve Amerikalı aktör Alan Rickman 2005 yılında onun anısına “My Name Is Rachel Corrie” (Benim Adım Rachel Corrie) isminde bir kitap yayınladılar. Aynı zamanda bu isimle oynanan bir tiyatro oyunu Türkçeye çevrildikten sonra uzun süre Türkiye’de Setenay Yener tarafından sahnelendi. Benim Adım Rachel Corrie tiyatro oyununun galasına 2011 yılında Rachel’ın annesi Cindy Corrie ve babası Craig Corrie de katıldı. Corrie ailesi İstanbul’a geldikleri o hafta Gazze’ye insani yardım taşırken İsrail askerleri tarafından ateşe maruz kalan Mavi Marmara gemisini de ziyaret ettiler.
Tüm bunlar yaşanırken Mardin’de bir baba Rachel’in bu hayat hikâyesinden etkilenip yeni doğan kızına Rachel ismini verdi. Bir de 12 Mayıs 2010’da Özgür Gazze Hareketi’ne bağlı bir geminin ismine Rachel Corrie denildi.
Gazze’de yıkılmasını engellemeye çalışırken öldüğü ev, bu olayın üzerine bir süre yıkılmadı. Evin sahibi Nasrullah ailesi, “Rachel bu evi korurken öldü” diye bir süre o evi terk edemediler. Ama daha sonra aynı sebepten ötürü boşaltmak zorunda kaldılar.
Bir insanla ölümü vesilesiyle bağ kurmak çok farklı bir durum... İsrail’in 2012'de sonuçlanan Rachel Corrie davasında “üzgünüz” ifadesinin basitliğini bir kenara bırakıp milyonlarca insana ilham kaynağı olan, kilometrelerce uzağındaki zulüm altında yaşayan insanlar için de dertlenebileceğini gösteren ve “Zulüm bizdense, ben bizden değilim.” diyebilecek kadar geniş yürekli Rachel’ı her yıl 16 Mart günü anıyor olmak o kadar büyük ki…
Hem bir düşünün; isminin karşılığı olarak “vicdan” sözcüğünün kullanılması kaç kişiye kısmet olur ki…
Hatice Sarı yazdı