Bu sözü ilk ne zaman duyduğumu hatırlamıyorum. Arkadaşın biri, görüşmek istemediği kişi hakkında, üçüncü kişiye söylüyordu. Şeytan görsün yüzünü, onu görmek hatta adını duymak istemiyorum, anlamında kullanıyordu sözü.

Bu ilk duyuştan sonra dikkat ettim, herkes bu anlamda kullanıyordu. Doğrusu, söz, kastedilen anlamı taşıyordu. Özel olarak anlamı kuvvetlendirmek için ses, gırtlak, vücut dili de ilave edilince bu sözün başka anlama gelebileceğini düşünemiyorsunuz. Sonra sözün yaygın olarak kullanılan anlamı taşımasının yanında, kendini aşan, derin, tasavvufi bir halden haber verdiğini fark ettim.

Kim, ne zaman söylemişse, bu söze büyük bir hikmet yüklemişti.

O da “benden” diyordu fakat burada “benden” kasıt sözü söyleyene ait birinci tekil şahıs zamiri değildi. Söz, düpedüz tasavvufi bir kullanıma açılıyordu.  

“Ben”den.

Söz, bu hali ile öfke dolu söylenmiş bir sitem ve kırgınlık da içermiyordu.

Muhatabın yani ikinci kişinin, üçüncü kişiye iletmesi için bir iyilik duygusu, bir hüsnü niyet ifade ediyordu.

Diyordu ki, söyle ona; “ben”lik, “enaniyet” davasından uzak dursun, Allah’a ancak o zaman yakınlık kesbedebilir.

Bütün tasavvufî eserlerin ve mutasavvıfların ortak söylemi idi bu. Kişinin Allah’a vasıl olması; benliğinden (nefsinden, nefse ait huylardan, hayvani, şeytani arzularından)  uzaklaşması ile mümkün idi. Ruhî hakikat ile kişi arasında tek engel nefsi idi. Nefis, varlığını “ben” ile gösteriyordu.