Mustafa Uçurum, Esmerliğime Bakma“beklenmesi zor bir duraktayım

az sonra gelecek felaket habercisi

terk edilmiş evlerden gelen insan kokuları

camileri bırakan güvercinler

zamanın ter kokan nefesi

ölüm akıyor sessizce

her gün yeni bir kefen gibi

değişiyor yaşamak dediğim

üstünden kitaplar geçen rahle

bir bir doğruluyor mahşeri”

İlginç Bir Tanışma

Üstünden Kitaplar Geçen Rahle şiirinde tam da böyle söylemişti şair. Şiirlerinden sonra deneme yazılarını da kitaplaştıran şair, yukarıdaki avazından başka bir sesle çıkıyor karşımıza. Tokat’ın bağlarından, Sakarya’nın ana caddelerinden, Ankara’nın gri soğuğundan, denize hasret bir çocuğun neşesi ve hüznü karışmış denemelerine.

Esmerliğime Bakma, diyen şair ile ilginç bir tanışıklığım var. Tam da Çinlilerin dediği “ilginçlikte” bir tanışma. Mustafa Uçurum ile aynı dergide görüldük bir zamanlar. Fakat, o Tokat’tan yazıyordu, ben İstanbul’dan. Kalbi bir yakınlık vardı. Ancak, bir öğretmenler forumunda, takma adlarla da olsa, bir “ruh kardeşliğimiz” olduğunu görüp, sen kimsin ya hu? dememizle, şaşkınlığımız bir kat daha arttı. Öyle ya, yazıp çizen insanların pek bilmediği bir forumda adeta saklanırcasına yazdıklarını yayınlayan insanları çarpışması gibi oldu bizimkisi.

Mustafa, forumda zaman zaman denemelerini ve şiirlerini yayınlıyordu. Üslubu ve anlattıkları çok tanıdık bir iklimdendi. İçimden bir ses, ben bu adamı bir yerlerden tanıyorum, diyordu. Öyleymiş…

Mustafa UçurumDenemelerle Denediler İnsanlığımızı

Bugüne kadar a-politik “yazın” namına epey metin karalandı bu ülkede. Savaşma seviş sloganlarının beyinlere iyice kazındığı günlerde ise romantik devrimci yazarlar boy gösterdiler dergi ve gazetelerde. Ölgün bir bakış, baygın bir edayla vesikalıklarını koydular yazılarının üzerine. Yazıları ise bizleri yazda yabanda telef edecek kadar hayattan kopuk, umursamamanın en büyük sırları olduğunu deklare eden yazılar-ölümlü dünya, ölümlü insan-… Buna biraz da “saman gibi” yazılar demek daha doğru olur. Zira, okuyucuyu “inek” gibi gören yazarlar, üç beş kuruş için soft-layt-tavuk suyuna çorba-hazır kahve tarzı bir yol tutturdular. Ne oldu! Olanlar oldu; okuyucu yazıdan ümidini kesmeye başladı.

Ancak, Mustafa’nın denemelerine baktığımda bir “duruş” var. Hele ki 80’li yılların a-politikleştirme sürecinden geçen bir şair-yazar olarak epey “direnmiş” bir üslupla karşımızda. Demek oluyor ki; dünyanın bir yerlerinde hala sağlam sütunlar var. Edebiyatın, bir eğlence ve keyif unsuru, hatta boş zaman uğraşı olarak addedildiği zamanlarda Mustafa denemeleriyle edebiyatın bir çile, bir bedel, bir terbiye, bir tedavi yolu olduğunu da gösteriyor.

Metinlerinde; beklemek, onur, yalnızlık, yağmur, sığınak ve hüzün kelimelerinin sıkça geçiyor olması boşuna değil. Bir devre damgasını vuran “yalnızlık” edebiyatının çürüten yanına rağmen, Esmerliğime Bakma’da yalnızlık adeta delik deşik ediliyor gözlene gözlene. Bazen bir sığınak, bazen bir kabus olarak karşımıza çıkıyor. En sonunda ise, yalnızlığın insanı kendi teninde eriten, olgunlaştıran yanı yüceltiliyor.

Mustafa Uçurum, Tenhalayın KalbimiHüznü Yağmurlarla Bekleyen Adam

Beklemek… Hiçbir vakit bekleyeni olmayanlar, her dem beklemek, bekleyeceğine önceden gidip göremeden gelmek durumunda kalanların sözleri var kitapta. Buna, ister ekilmek deyin, ister vazgeçiş deyin… Nihayetinde bekleye bekleye beklememeyi öğrenen, bir yaş daha olgunlaşan insan-metinler var karşımızda.

Esmer’in onuru, sığınağı. Onur’a vurgu yapan satırlarda “sabah” diriliğinden bahsedilmesi de boş yere değil kanaatindeyim. Zira onur, insanı daima zinde ve sabah kadar ismetli tutan hasletimiz. Belki de yazar, onuru unutmaya yüz tutmuş bir çağa seslenmek namına onur adalarına sığınmaktan bahsediyor.

Hüzün ve yağmur, Esmerliğime Bakma’nın değişmez iki kahramanı. Yalnız hüznü vardır kalbi olanın, sözü kavlince de olabilir; hüzün yağmurlarına müptela bir ümmetten olması da bu kelimelere sırt dayamasına sebep olabilir yazarın. Şurası bir hakikat ki “esmerliği” güneş yanığından değil, aksine Zarifoğlu’nun dediği gibi “ne çok acı var” sözünü idrak etmiş bir yazar olmasından olsa gerek…

Metinler arasında anne ve çocuk çıkıyor bazen karşımıza. Öyle ki bu denemeleri anne sütü kadar temiz-onurlu ve neşeli bir canlılıkta kılan bu anne Mustafa’nın metinlerinde adeta bizi kucaklıyor. Bir medeniyet gibi, Kudüs gibi, köyümüz gibi, terk ettiğimiz topraklar gibi, vefalı sevgililer ve dostlar gibi…

Denemeleri okuduktan sonra anladım ki “öyle bir okumayla tanınacak” kolaylıkta bir yazar değil Mustafa. Demirden leblebi dengi metinler de değil yazdıkları. Ama, haklı eleştirileri, masum özlemleri, cesur duruşu, şairane söyleyişiyle en sert konuları bile okutan dili; yani ki dost bir dili var. Bu yüzden polyannacılık oynamıyor:”Git Polyanna, kendine başka oyuncak bul. Biz, hüzünle yoğrulmuş bir kavimiz…”

Tokat’ın bağlarından gelen serin ve dolu üzüm salkımları esmerliğine bakılmadan hazmedilecek güzellikte.

Sütun Yayınları- Ağustos 2009

Zeki Bulduk, okudu ve deneme yazmaya karar verdi.