Mustafa Kutlu’nun her yeni kitabını çıktığı hafta alıp okuyan arkadaşlarım var. Ben de onlardan biri olmak isterdim. Fakat nedense, Mustafa Kutlu’nun her kitabını, yayımlanmasından bir, bilemedin iki yıl sonra okuyabiliyorum. Bu, kendiliğinden olan bir şey. Özel bir gayret veya dikkat mahsulü değil.

Bakıyorum, Anadolu Yakası 2012’de yayımlanmış. Ben 2013’te okuyabildim bu kitabı. Oysa kitap çıkar çıkmaz gidip almıştım. Masamın üzerinde onca hafta durdu, ben kitaba baktım, kitap bana baktı. Belki bir ara alıp okuyayım diyerek kapağını açmış, birkaç sayfasını okumuş olabilirim. Fakat o birkaç sayfadan sonra hemen kitabı kapatıp yerine bırakmışımdır.

Değişik kişilerden duymuştum: “Her kitap her zaman okunmaz.” Kitap durur, seni bekler. İçindeki ses, o kitaba doğru koşmaktadır veya büyümektedir. Onun okunacağı bir zaman vardır. Bu, içindeki sesin kitaba yetiştiği andır. O an gelmeden, girişeceğin okuma çabası, boşuna olacaktır. Belki çok zorlarsan kitabı okur bitirirsin, zamanı gelmemiş dahi olsa. Fakat okuyup bitirdiğinde, o kitaptan bir şey anlayamazsın. Hatta ve hatta o kitaptan ve yazardan nefret dahi edebilirsin. Çünkü kitap seni zorlamıştır. Ya da sen kitabı zorlamışındır. İçin götürmeyecektir o kitabı ama sen zorlayarak, içine sığdırmaya çalışmışındır. Ya da aklına ve kalbine gelmek istememiştir o kitap ve sen kitabı aklına ısrarla davet etmişsindir. Her iki durumda da kitapla aranda, şiddetli bir çekişme ve boğuşma meydana gelir. Bu da nefrete, soğukluğa, tiksintiye sebep olabilir.

Bu nasıl olur? Sen o kitaba hazır değilsindir ama kitabın o kadar çok övgüsüyle veya reklamıyla karşılaşırsın ki sanki o kitabı okumadığın takdirde sende bir eksiklik meydana gelecektir, kendini geride hissedeceksindir. Fakat dediğimiz gibi bu baskıya rağmen, sen o kitaba hazır değilsin. Ve ortamın baskısından dolayı da okumaya çalışmış, kendini zorlamış ve bunalmışındır. Bu sefer bu reklamlardan, kitabın kapağından, yazarın televizyondaki konuşmalarından, değişik mekânlardaki posterlerinden nefret edersin. Ya dersin, bu yazar çok kötü ama reklamla işi kotarmaya çalışıyor. Ya da reklamı yapılan her kitap böyle kötü, okunmaz. İki genelleme de aslında okuyucunun o anki psikolojisiyle, o kitaba hazır olup olmamasıyla ilgilidir. Ve her genelleme kadar doğruluk ve yanlışlık payı mutlaka vardır.

“Sen bunu anlayamazsın”

Hangi kitaba, hazır olup olmadığımızı nasıl bilebiliriz? Bunu her okuyucu kendisi arayıp bulacak ve bilecek. Şu kitaptan sonra şu kitabı okumalısınız, işte bu kitabı okuduktan sonra şu kitabı okumaya hazır hale gelirsiniz diye bir reçete yok. Olamaz da. Her insanın farklı bir zihinsel işleyişi ve iç dünyası var. Farklı fıtratlarda yaratılmışız, farklı aileler içinde doğup büyümüşüz, farklı okullarda tahsil görmüşüz. Buna her sözden farklı anlamlar çıkardığımızı da eklediğimiz zaman meselenin karmaşıklığı ve çözülmezliği hemen fark edilir.

Bu yüzden mesela biri lisede Cemil Meriç okur ve anladım der. Başka biri ise üniversite yıllarında Cemil Meriç’le karşılaşır ve anlamadım der. Başka biri doktorasını yaparken Cemil Meriç ismiyle karşılaşır, okur ve belki de keşke daha önce görseydim bu kitabı diyebilir. Hiç kimse bu farklı kişilere, “Çok geç kalmışsın”, “Sen bunu anlayamazsın veya erken okumuşsun” diyemez. Çünkü okumuştur ve kendince bir tecrübe edinmiştir. Tecrübe, bir şeyi yaşamak değil yaşanandan bir şeyler çıkarmak manasına gelir. Yani yaşanandan insana ne kalmışsa, ona tecrübe denir. Tecrübe edinmek, kişinin ileride ne yapacağını da belirlediğini gösterir. Mesela lisede Cemil Meriç’i okuduğunu ve anladığını zanneden kişi, ne güzel bir kitaptı bu deyip, tekrar o kitaba yönelebilir. Ve görür ki aslında anladığı şeyler kitapta yok veya anladıklarından daha çok şey var. Üniversitede Cemil Meriç’ten bir şey anlamayan kişi, neden anlamadım ki deyip ileride tekrar o kitabı eline alabilir. Daha bunlar gibi bir sürü tahminde bulunabiliriz ve hepsi de olabilir.

“Sen bunu anlayamazsın”, “Çok erken okumuşsun, bu yüzden bir şey anlayamamışsın” veya “Geç kalmışsın” gibi sözler ise bu doğal okuma akışına müdahalede bulunmaktır. Müdahale belki o doğal akışı olumsuz yönde etkiler. Belki de olumlu yönde etkiler. Fakat bir eleştiri, söz veya ima muhatabını yeniden kitaba (bu, daha iyi bir kitap da olabilir) yönlendirmiyorsa, olumsuzdur diyebiliriz.

En sonunda dişler ortaya çıktı ve vida boşlukta dönmekten kurtulup ilerlemeye başladı

Kitaba yeniden yönlendiren, olumlu sonuçlar doğuracak etki ve sözler nasıldır? Kişisel tecrübemden biliyorum ki Cahit Zarifoğlu’nun şiirleriyle çok erken yaşta tanıştım. Zarifoğlu’nun Şiirler kitabını elime aldığımda lise birde okuyordum. Ve Necip Fazıl şiiriyle sarhoştum. Fakat bir yandan da İsmet Özel ve Cahit Zarifoğlu sürekli övülüyor ve tavsiye ediliyor, daha fenası neredeyse her sohbette bunların ismi mutlaka geçiyordu. Şiirleri o sıralar okudum. Tabii ki Şiirler’i Çile’yle karşılaştırdım, ister istemez. Bilgi veya düşünce dediğimiz şey, birbirine eklemlenerek, öncekiyle sonraki arasında bağ kurarak ilerler, büyür ve hareket eder. Bağlantı kurmak içinse, kıyas iyi bir yöntemdir. Kıyas edersin ve ortak-farklı yönlerini bulursun. Bu ortak veya farklı yönlere göre sonradan gelen hakkında bir değerlendirmede bulunursun. Düşünün Necip Fazıl şiirinden Cahit Zarifoğlu şiirine atlamış bir lise talebesini.

Bu tecrübeden sonra Zarifoğlu’nu yeniden okuma girişimim yıllar sonra olacaktı. Bu sefer, anlamamak ama tat almak ve okumaktan kendini alamamakla karşılaştım. Okuyorum, anlamıyorum ama tat alıyorum ve okumayı bırakamıyorum. İki veya üç yıl kadar da bu şekilde Zarifoğlu okumalarım devam etti. En sonunda, sanırım bir yerde, dişler ortaya çıktı ve vida boşlukta dönmekten kurtulup ilerlemeye başladı. Ama bu ilerleme önceki tecrübelerin gücüyle çok hızlı oldu. Birkaç ayda Zarifoğlu neyi, neden ve nasıl der, çözmüştüm.

Bu ısrarda “Zarifoğlu büyük adamdır, anlamasan da şiirlerini okumaya devam etmelisin, yeniden bakmalısın” tarzı tavsiyelerin etkisi büyük olmuştu. Bu şekilde uğraşıp, sonradan tadına vardığım veya çözdüğüm isimler çoktur.

Anadolu Yakası’nda Muzo “Medyanın gücü yoktur, gücün medyası vardır.” der. Evet, güçlü bir şair veya yazarsan, bu güç, kendi medyasını kuracaktır. Yoksa medyanın gücüne dayanarak kalıcı bir şey elde edilemez. Medyanın gücüne güvenip sırtını ona dayayan yazarlar sönüp gider.

Ömer Yalçınova yazdı