Geçenlerde rahmetli Muzaffer Ozak Efendi’nin bir Amerikan televizyonunda verdiği röportajı izliyordum. Amerikalı sunucunun sorduğu ilk soru: “İnsan dünyaya günahkâr olarak mı gelir?”, ikinci soru ise “Bu dünya ile öbür dünya arasındaki dengeyi nasıl kuracağız?” olmuştu. Efendi, Müslüman itikadının verdiği suhulet ve vuzuhla “Çok basit!” diye başlayan ve aynı açıklıkla devam eden bir cevap verir. İki farklı dünyanın çarpıştığı bu video kaydı bana Alev Alatlı’nın “Batı’ya Yön Veren Metinler’’ adlı eşsiz eserini hatırlattı. Batılı Hristiyan kafa yapısını tüm yönleriyle yansıtan dört ciltlik bu eserin künhüne varabilseydik hiç “dinler arası diyalog” masallarına inanır mıydık acaba?
Yahudi-Hristiyan ve Yunan-Roma kaynakları
Alev Alatlı, eserine Batı dünyasının geleneklerinin, Yahudi-Hristiyan ve Yunan-Roma olmak üzere iki kaynağa dayandığını söyleyerek başlamaktadır. Hatta bugün inanılan vaftiz edilmiş, ölüleri dirilten, öldükten sonra da dirilecek olan Hz. İsa imgesi; İbrani mitolojisindeki Tammuz, Yunan mitolojisindeki Diyonisus, Mısır mitolojisindeki Osiris-Horus ile benzerlikler göstermektedir.
Yunanlılar, Sokrates ve Eflatun’la tarihte ilk kez ve mitlerden bağımsız olarak insan aklının imkânlarını kullanarak tüm rasyonel ve spekülatif kapasitesini dünyanın ve insanoğlunun yaratılışının keşfine seferber etti. Daha sonra Hristiyanlık, Yeni Eflatunculuğun entelektüel birikimini aydınları etkilemek için kullanacaktır. Aristo’nun da dediği gibi insanoğlu “politik bir hayvan” olduğuna göre dış saldırılara karşı ayakta durmak için “polis” denilen şehir devletlerinde yaşayarak siyasi örgütlenmesini güçlendirmelidir.
Hristiyanlığın yumuşak karınları: İlk günah, dünya-ahiret dengesi, teslis
İncil’in bir bölümünü de oluşturan Eski Ahit yani Tevrat ve Zebur, Hz. Adem’in karısının sözünü dinleyip yasak meyveyi yediği için toprağın lanetlendiğini söyleyerek insanoğlunu, “ilk günah” fikrinin ağır suçluluk hissi ile tanıştırır. Pavlus’a göre günah, Hz. Adem’le yeryüzüne yayılmış; biz günahkârlar, Tanrı’nın düşmanı iken Hz. İsa’nın ilk günahı bağışlamak için ölmesiyle Tanrı ile barışmışızdır.
Hz. İsa’dan sonra Hristiyanlar, yasanın Yahudi şeriatının kurallarına biçimsel uyum mu yoksa ruhani ve ahlâki bir gelişme mi olduğu konusunda yoğun bir tartışma başlatmıştır. Yahudi şeriatının “göze göz dişe diş” esasına karşı “sağ yanağına tokat atana sol yanağını göstermeyi” salık veren Hristiyanlık, yüzünü ahlâktan yana çevirerek dinin ameli tarafını tavsatmıştır.
Hristiyanlık, Hz. İsa’nın ölümünü izleyen üç yüzyıl içinde zulme uğrayan bir din olmaktan çıkıp Roma İmparatorluğu’nun resmi dini olmuş fakat kilise ile klasik Roma kültürünün uzlaşması için birçok tartışma yapılmış, kilise birliği sağlanmaya çalışılmıştır. Dördüncü yüzyıldan itibaren Roma yönetimi zayıflamış ve imparatorluk merkezi İstanbul’a taşınmıştır. İncil’deki Tanrı Petrus’a, “Göklerin egemenliğinin anahtarlarını sana vereceğim. Yeryüzünde bağlayacağın her şey göklerde de bağlanmış olacak. Yeryüzünde çözeceğin her şey göklerde de çözülmüş olacak.” ayetinden güç alan ruhbanlar, kendilerine krallardan üstün bir güç devşirmiş. Hatta bu konuda 4.Henry, Papa 7. Gregorius ile de büyük bir iktidar savaşına girişmiştir.
Hristiyanlığın dünya-ahiret dengesini iyi kuramamış bir din olduğunu söylersek yanlış olmaz herhalde. Aziz Augustine’e göre insan soyu, insanoğluna göre yaşayanlar ve Tanrı’ya göre yaşayanlar olarak ikiye ayrılmıştır. Biri Tanrı’yla beraber sonsuza kadar hükmedecek, diğeri şeytanla beraber sonsuz cezayı çekecektir.
Bugün bir Hristiyan’a teslisi yani Tanrı’nın bir tane olduğu hâlde aynı zamanda nasıl üç tane olduğunu sorarsanız size bunun bir “sır” olduğunu söyleyecektir. Çünkü Aziz Augustine şöyle der: “İnancın ödülü anlamaktır. İnanabileceğiniz şeyleri anlamaya çalışmayın.”
Sakine Odabaşı