Kültürü; bir tarafta insanların kendi potansiyellerini gerçekleştirme, öte tarafta dış dünyadaki nesneleri dönüştürme ve kendi tasavvurlarımıza göre şekillendirme kabiliyeti olarak tanımlayan Fichte’nin görüşüne de atıfta bulunan yazar, kültürün mutlak manada statik ve ‘tamamlanmış’ ya da mutlak manada değişken ve ‘dinamik’ olduğunu zannedenlerin ama özellikle onun hep ‘görünür’ bir şey olduğunu düşünenlerin büyük bir yanılgı içerisinde olduklarını ifade ediyor ve Mali’deki Cenne Camisi’nin hayat serüveniyle ‘kültür’ arasında çok hoş bağlantılar kuruyor, Akıl ve Erdem’in “Kültürel Daralma, İrfan ve Açık Ufuk” bölümünde…
“Kültür üretebilen” bir millet olmanın, bağlı bulunulan geleneğin o millete sunduğu hayat alanını canlı tutmakla mümkün olabileceğini düşünen yazar, Türkiye’nin, bu kabiliyetini yitirdiği için başka kültürleri ne taklit ne de tevarüs edebildiğini, çünkü taklit ve adaptasyonun da bir ölçüsü, biçimi ve standardı olduğunu ifade ediyor.
Siyasi iddiası olmayan bir kültürün insanlara güçlü bir kimlik kazandırmasını mümkün görmeyen yazar, bunu başardığımız gün Türkiye’nin kültür mirasının reel ve etkin bir güç hâline geleceğine, aksi hâlde sahip olunan muazzam kültürünün sulandırılmış bir hümanizme ve kaotik bir çokkültürcülüğe kurban gideceğine inanıyor ve böyle bir sonuca meydan vermemek adına yaşayan kültür değerlerinin bir hayat alanı hâline gelebilmesi için bunların arkasında insana ve eşyaya yönelik bir ‘duruşun’ olduğunu bilmenin gerekliliğine işaret ediyor.