Anayın Karnından Başörtüsüyle mi Doğdun Kızım?!
Bir gün yukarıdaki akıllara seza sorunun sokaklarda kızlarımızın başına vura vura sorulacağı absürt günlerin geleceği, hatta dağa taşa "Ne mutlu, başörtüsüz doğduk!" tarzı dövizlerin yazdırılacağı manyamış bir ülkeyle karşılaşırsak şaşırmayacağım. Niye mi? 2005 yılında Ankara Barosu seçimlerinde, 17 bayan avukat başörtülü oy kullandıkları için Barolar Birliğinin bastırması üzerine, avukatlar hakkında soruşturma açılıp, uyarı cezası verilmiş. Uyarı cezası 3 (yazıyla:üç) yıl sonra veriliyor.
Yani Türk hukukçusundan kurtuluş yok. Hakkını söke söke alıyor işte. Aldığı ne? 17 bayan avukata "uyarı" cezası verdirmek. Az olmuş! Kardeşim sallandıracaksın Taksim'de şöyle üç dört sıkma başı ki, ülke ilerlesin, huzura kavuşsun, gençlerin önü açılsın; hem şöyle sarışın , esmer, nice güzel saç görsün poyrazıyla lodosu ülkemin değil mi?!
Ya hu, daha da düttürü bir durum var. Gerçi buna düttürü denmez ama ben kelimelerime dikkat edeyim: işin sonunda hukuk gladyatörleriyle yüzleşmek var. Ankara Barosu seçimler sırasında başlayan baskılara karşı çıkmış, şöyle "Seymenlenmiş" diyeyim: "Faşizan bir uygulama olur. Oy kullanmalarını engelleyemeyiz!" demişler. Sağ olsunlar. Ama, sözlerinin ardında duramamışlar zamanla. Eh tabi, baskını yapan ana baro, Ankara Barosu'nu dinler mi?
Efendim, kurtlar kış kıyamet bir zamanda dağda taştan buzdan gayrı yiyecek bulamıyorlar, uzaktaki kasabaya ağızlarının kalan son sularını akıtarak özlemle bakıyorlarmış... Vakti erişen kadidi çıkan bir yeniyetme kurt, "Ben kasabaya ineceğim, yetti artık!" deyip düşmüş karlı yola. Ardından çok ulumuş ulu kurtlar,"Gitme, kasabanın itleri seni parçalarlar!" yollu laflar etseler de kurt daha genç, kanı deli akıyor... Akmış kasabaya. Varmış kasabın kapısına, iki kemik kemirmiş, kasap kovalamış, kasabın iti ürmüş.
Gitmiş fırının önüne iki artık ekmek dişlemiş, dişi kırılırken, fırıncı kovalamış, iti çemkirmiş. Bakkalın önünde çöpleneyim derken bakkal peşine düşmüş zaar itiyle...
Üstü başı kan, dönmüş kurtların yanına. Varıp bir kayanın dibinde ağlamaya durmuş. Kurtlar: "Biz sana demedik mi, bak böyle olur, bak şöyle olur (hatta arada biri çıkıp, türbanını niye çıkarmadın gız! Almazlar üniversiteye seni dedim ya... bile mi demiş ne?!)" ihtiyar bir kurt; "Çekilin hele aç kurtlar! Niye ağlıyorsun yavrum, ne oldu?" deyince, yaralı kurt başına gelenleri anlatmış..
"...Hadi fırıncı itine ekmek veriyor ki, beni kovaladı; kasap itine et veriyor ki, iti kovaladı; bakkal itine abur cubur veriyor ki, iti kovaladı beni. Ya o ....ettiğimin camcının itine ne oluyor da en önde o kovalıyordu beni?! Hiçbir şey kanıma dokunmuyor da bu durum kanıma dokundu, ona ağlıyorum!" demiş.
Ha gayret, "Hukuk" da özelleşecek, az kaldı. Tahsin Yücel'in "Gökdelen" adlı romanında hukukun özelleştiği bir Türkiye anlatılır, haberiniz olsun. Bir gün o dediğim dedikçi jakoben Allahsızlar "Sanki anandan başörtülü mü doğdun?!" diye akıllarının dibini meydana sererlerse, sakın üzerine basmayın. Allah muhafaza hukukçuların bile adalet duygusunu kaybetmeleri gibi kendinizi kaybedip yerle yeksan olabilirsiniz...
Not: Benim davama baroda yöneticilik yapan ve kılık kıyafete göre adalet terazisi inip çıkan bir avukat bakmasın. Beni apoletsiz hukukçulara teslim ediniz.
Mansur Yılmaz, güldü ağlanacak halimize...