Örtünme konusunda bilindiği üzere birçok âyet-i kerime ve hadis-i şerifler ile fıkhi hükümler mevcuttur. Genel olarak örtünmenin şekli konusunda olduğu gibi özelde başörtüsünün şekline ilişkin âyet, hadis ve fıkhî hükümler mevcuttur. Burada konuya ilişkin uzun değerlendirmelerde bulunma imkânına sahip değiliz. Ancak bazı önemli noktalara, üzerinde belki bugüne kadar kafa yorulmamış bazı hususlara özet bir şekilde değineceğiz. ODTÜ’de öğrenci olduğum yıllarda, başörtülü bir kız öğrencinin İnkılâp Tarihi hocası tarafından sert ve hakaretâmiz bir tutumla sınıftan atılmasına karşı çıktığım için bu konuda mağduriyete uğramış birisi olmama karşın, konu üzerinde ilk defa yazı yazmak durumundayım.
Ayet ve hadislerde örtünme emri açık bir şekilde yer almasına karşın, bu emirler örtünmenin şekline aittir. Özellikle başörtüsüne ilişkin Nur ve Ahzab Suresi’nde yer alan ayetler ile; Sahih-i Buharî ve Sahih-i Müslim’de yer alan hadis rivayetlerinde te’vile mahal bırakmayacak açık hükümler yer almaktadır ki hepimizin malumudur.
Ancak tüm bunlara karşın, insanların örtünme, avret yerlerini, başlarını örtme olayı İslâmiyetle başlamış bir hadise değildir. İslâmiyet sadece, İslâm’a uygun olan örtünme şeklini belirleyip emretmiştir. Gerek baş gerekse vücudun ziynet olarak nitelendirilen mahallerini örtme olayı tüm medeni özellikle şehirli-yerleşik (Hazârî) topluluklarda mevcut olan bir durumdu. Başın örtülmesi olayı her nasıl bir şekilde olursa olsun, ilkel olmayan, medeniyet görmüş özellikle tüm yerleşik topluluklarda erkekler için dahi câri olan bir durumdu. Hz. Peygamber’in (SAV) İslâm’ı, evâmir-i İlâhiyyeyi ilk tebliğ ettiği Mekke ve civarındaki cahiliyye toplumunda da gerek hür kadınlar gerekse hür erkekler başlarını bir şekilde örterlerdi. Kur’an-ı kerîm’de kadınların başörtme, tesettür şekilleri murad-ı İlahiye uygun olacak şekilde tarif edilip emredilmiştir. Zaten başlarını örten kadınların, bu örtüyü ne şekilde kullanacakları belirlenmiş ve aynı zamanda bu başörtüsü ile diğer elbiselerin açık bıraktığı boyun ve boğazların da örtünmesi gerektiği emrolunmuştur.
“Mü’mine kadınlara da söyle; gözlerini (haramdan) sakınsınlar ve ırzlarını muhafaza etsinler. (El,yüz gibi) görünen kısımları müstesna, ziynetlerini göstermesinler. Ve başörtülerini (Humur- Himâr’ın çoğulu, başörtüsü, kadının başına örttüğü örtü) yakalarının (Cuyûb-boyun,boğaz ve göğüsün üst kısımları) üzerine (onları örtecek şekilde) salsınlar.” (Nur Suresi, Ayet:31)
“Ey Peygamber! Zevcelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, cilbâblarını (feracelerini) vücutlarınıın üzerini kaplayacak şekilde örtsünler, indirsinler. Bu, onların tanınıp da rahatsız edilmemeleri için daha yakındır. Allah ise gafûr ve Rahîmdir. “
(Ahzâb Suresi, Ayet:59)
Cahiliyye döneminde müşrikeler ve diğerleri örtünse bile bu örtünmeleri İlahi emre uygun değildi. Kur’an-ı Kerîm’de murad-ı İlahîye uygun olan örtünme şekli tarif olunarak emredilmiştir. Yoksa, müşrik kadınları da başlarını örterdi, başlarında çeşitli örtüler bulunurdu. Ancak bu örtüleri ile boyun ve boğazlarını örtmezlerdi. Kur’an-ı Kerim’deki emrilerle bu şekil uygun olmayan örtünme yasaklanmış olup, İlahî emre uyguın olan örtünme şekli belirtilmişti. Kadınların gerek başlarındaki örtüyü (Himâr) gerekse, üzerlerindeki geniş örtüyü (Cilbâb), boyun ve boğazlarını; göğüs ve kollarının tümünü örtecek şekilde örtüp, kullanmaları emredilmiştir. Kısacası, el ve yüz hariç dışarıda ve namahrem olan erkeklerin karşısında tüm vücutlarını örtmeleri emrolunmuştur.
Sadece Hicaz’daki müşrik toplumunda, değil, Bizans, İran ve Yemen toplumlarında da aynı durum sözkonusuydu. Yahudî, Hristiyan ve Mecusî toplulukları için de aynı şekildeydi. Özellikle, tüm Hristiyan ve Yahudî topluluklarının tüm kadınları, İslam’ın emrettiği şekle uygun olsun veya olmasın başlarını örterlerdi. Bu durum, dönemin tüm şehirli, medeni ve yerleşik topluluklarında geçerliydi.
Konuya ilişkin biraz inceleme ve araştırma yapıldığında sadece o dönemde değil, modernlik-modernleşme öncesi tüm dönemlerde ve geleneksel pre-modern tüm topluluklarda aynı şekilde kadınların başlarını bir şekilde, şekli ne olursa olsun örttüğü görülmektedir. Yani yüz-iki yüz yıl önceki tüm Müslüman, Hristiyan, Yahudî, Hindu vs. Topluluklarda kadınların bir şekilde başörtü örttükleri, başlarında bir örtü bulunduğu bilinmektedir. Hatta erkeklerin bile, şapka, serpuş, sarık, kefye, külah, takke, kippa, turban, fes vs. Ne olursa olsun başlarında bir örtü, serpuş veya başlık bulunduğu görülmektedir.[1] Erkek ve Kadında başaçıklık olayı, baş açık gezme olayı son 100-150 yıllık geç-modern döneme ait bir olgu olduğu gözlemlenmektedir… Bu, tümüyle son dönem modernleşme ve sekülerleşmesi ile ilgili bir vakıadır. 19. yüzyılda Amerika’da dahi kadınların hemen tümünün başlarında bir şapka veya örtü bulunduğu görülmektedir. Bu, o dönemi yansıtan Western filmlerine bile yansımıştır. Avrupa’da da aynı vaziyet söz konusuydu. Gerek Orta çağ gerekse daha sonraki dönemlerde Avrupa’daki sosyal hayatı irâe eden tablo ve gravürlerde de erkek ve kadında baş örtme olgusu, hatta vücudun bile bayağı kapalı olma olgusu fark edilmektedir. 20. yüzyıl başlarında, hatta 2. dünya savaşına kadar Avrupa’daki köylü kadınlara ait, kitap ve arşivlerde yer alan fotoğraflarda başlarının örtülü olduğu görülmektedir. Rusya’da, Polonya’da, İtalya’da, İspanya’da köylü ve kasaba kadınlarının başları dahil vücutlarının (İslamî tarzda olmazsa bile) bir hayli tesettür içinde oldukları fotoğraflardan tespit edilebilmektedir.
İslam ülkelerinde de sadece Müslüman kadınları değil Müslüman olmayan toplulukların kadınları da kendi dinlerine göre baş ve vücutlarını örterlerdi. Burada, kilise ve havralardaki rahibe vs. Kadınları kastetmiyorum; aynı uygulama bunların dışındaki tümünü de kapsamaktaydı. Baş açıklık sadece cariyeler için geçerliydi. Tüm hür kadınlar baş ve göğüslerini örterlerdi. Baş örtme, tesettür hür kadın olmanın; köle ve esir olmamanın simge ve nişânesiydi. Bir kadının hür olup olmadığı bununla ölçülebilmekteydi.
Günümüzde bile modernleşme ve sekülerleşmenin aşırı etkisine uğramamış olan, müslüman olmayan birçok geleneksel toplulukların kadınlarında hala örtünme, başörtme olgusu söz konusudur. Türkiye’nin güneydoğusunda, Kürdistan’da ve Irak’ın kuzeyinde yaşayan Asurî, Süryanî, Nasturî, Kildani gibi kadim Hristiyan toplulukları ile Yezidi ve Sâbiî kadınları halen başlarını örtmektedir. Bunları bizzat gözlemlemekteyiz. Yahudilerde ise örtünme konusunda, hassas olan, Ortodoks-Kabbalist Hasidic Yahudilerini dahi bir tarafa bırakacak olursak; Fas ve Yemen yahudileri gibi modernlik öncesi adet ve geleneklerini korumaya devam eden Yahudi topluluklarında halen kadınlar başlarını bir şekilde örtmektedir. Günümüzde de varlığını sürdüren bir Hristiyan tarikatına bağlı olan, Amerika’daki Amiş topluluğunda kadınların tümü, çocuklara değin başlarını örtmektedir.
Tekrar edecek olursak Kur’an-ı Kerim’de, İslam’da örtünme, İslami örtünme, tesettür şekilleri emirdir. Ancak, tesettür ve baş örtme olayı sadece müslümanlara, müslüman kadınlarına has bir vakıa değildir. Belirttiğim gibi, diğer geleneksel, özellikle gayr-i müslim dini topluluklarda da örtünme vardır, hatta kuraldır.[2] Örtünmeyi, başörtmeyi dışlayan modernlik ve buna bağlı olan aydınlanmacı (Enlightenment) seküler yaşam tarzıdır. Bu yaşam tarzının da son yüz-yüzelli yıllık dönemidir. Hristiyan dünyada başaçıklığın yaygın olmasının nedeni modernizm ve modernleşme ile seküler yaşam tarzına sağladıkları uyumdur. Modernleşmenin, bu batılı toplumlarda doğup gelişmesidir. Sadece Müslüman olmama değildir. Modernliğe teslim oluşlarıdır. Dahası, seküler-modern yaşam tarzının, seküler-moderniliğin militanlaşarak kendi hayat tarzını; bu şekil yaşam anlayışını bütün uzanım ve araçlarıyla dayatmasıdır.
Osmanlı’nın son dönemlerine kadar, modern Avrupa’nın daha tam etkili olmadığı döneme kadar İstanbul’daki gayr-i müslim kadınların tümü başını örtmekteydi. Hatta, çocukluk dönemlerimizde bile, İstanbul’da Kumkapı ve Samatya gibi semtlerde başları örtülü birçok Ermeni kadınını görürdük.
1982’den itibaren, o dönemde yönetimi elinde bulunduran Kenan Evren liderliğindeki askeri idarenin Üniversitelerde başörtülü kızların okumasını yasaklamasıyla Yüksek öğrenimde çok ciddi bir sorun haline gelen başörtü sorununun Türban sorunu olarak algılanma ve yansıtılması da bir yanılsamadır. Turban, İngilizce ve Fransızca’da sarık, müslüman, Hindu ve sihlerin kullandıkları sarık anlamına gelmekte. Aynı zamanda kadınların, boyun ve boğazları dışında sadece saçlarını örten sarık biçimindeki başlık ve örtü için de kullanılmaktadır. 1982’de Üniversitelerdeki bu yasak başladığında, buna karşı tepkiler ve çözüm yolları aranması sözkonusu oldu. Bir süre sonra Askeri idarenin lideri olan Kenan Evren, İlahiyat fakültelerinde kızların, boyun ve boğazı örtmeyen sadece saçı kavrayan türbanı kullanabileceklerini belirtmişti. Başörtüsünün Turban adıyla nitelendirilmesi o dönemden kalan bir adlandırmadır. Türban başörtüsünü, tesettürü karşılayan bir kavram ve örtme şekli değildir. Bu yüzden sorunun Türban olarak adlandırılması, nitelendirilmesi yanlış sonuçlara yol açmaktadır. Sorunun asıl başlangıcı ise, jakoben-tepeden inmeci modernleşme-sekülerleşme ve batılılaşmanın dayatmasıyla; kırsal kesimlere, varoşlara ve taşraya çekilen dindarlık 60’lı yıllardan itibaren aşırı nüfus hareketliliği, kentleşme ve göç olgusunun artışı nedeniyle kentlere ve periferiden merkeze taşınmaya başladı. Bu süreçte, daha önce okula gitmeyen dindar ailelerin kızları modernleşmenin, modern kent yaşamının dayatmasıyla okullara gitmeye başladılar. Tam da bu noktada modernleşme ile birebir yüzleşmekten, dahası modernleşmenin dayatmasıyla karşılaşan bu dindar aile kızları için sorunlar baş gösterdi. Bu sorunların en önemlisi, baş örtme sorunu idi. Tarihin eski dönemlerinden beri baş açıklık olayıyla karşılaşmamış, baş açılık olayını görmemiş olan bu aileler ve kızları ciddi bir dayatma iler karşı karşıya kaldılar. Çarşaf, cilbab, abaye, fistan, yemeni, yaşmak, yazma, tülbend, şalpe vs. Geleneksel tarzda tesettüre ve giyinmeye, başını örtmeye alışmış olan bu kimseler; gerek kent ortamında gerekse okul ve bazı kamu yerleri gibi laik-seküler devletin modern dayatmasının engelleme ve zorluklarıyle karşılaşan bu aileler; ara çözümler bulma yoluna gittiler. Bir yandan tesettürü korumak diğer yandan ise devletin modern kıyafet dayatmasının arasında kalan bu dindar aileler, manto, pardesü, modern tarz başörtüsü gibi çözümler oluşturmaya çalıştılar. Çünkü, devletin modern kıyafet dayatmaları bunların, yöresel farklılıklar da içerse tesettüre uygun kılık ve kıyafetlerine müsaade etmemekte; dünyayı dar etmekteydi. Örneğin kasabalarda bile geleneksel kıyafetlere sahip bir köylü herhangi bir resmi daireye rahatlıkla girememekteydi. Bu durum sadece kadınlar için değil erkekler için de söz konusuydu. Şapka dışında geleneksel ve İslâmî başlıkları giymiş olan bir erkek kent ve kasabalarda hiçbir kamu kurumuna, devlet kurumuna vergi ödemek için de olsa girememekteydi. Hatta kırsal kesimlerde, sarık veya takkesi yüzünden jandarma baskısına maruz kalabiliyor. Şapka kanununun sıkı bir biçimde uygulandığı dönemlerde idam cezasıyla bile karşılaşmaktaydı. Özellikle, 60’lı yıllardan itibaren erkekler dahi kıyafetlerinde ara çözümlere başvurmak zorunda kaldı. Sarık ve takke ile şapka arasında ara çözüm olarak bereyi seçtiler. Kadınlar da çarşaf, fistan ve cilbab gibi geleneksel kıyafetler yerine, pardesü, manto ve modern tarz başörtü giymeye başladılar. Devletin tesettüre uygun geleneksel kıyafetlere yönelik amansız yasakları, kadın ve kızlarımızı böyle bir arayışa ve ara çözüme yöneltti. Yoksa başörtüsü, manto ve pardesü hiçibir zaman siyasal bir simge olarak ortaya çıkmadı. Devletin geleneksel tesettür kıyafetleriine yönelik amansız yasaklarına, dayatmalarına karşı bir çare arayışının ürünüydü. Bunun üniversitelere yansıması da bu şekilde olmuştu.
Manto-pardesü ve modern tarz başörtüsü devletin baskı ve amansız yasakları yüzünden geleneksel tesettür kıyafetlerini kasaba ve kentlerde giyebilme imkanı bulamayanların ara çözümüydü.[3] Burada, “ninemin, anne veya teyzemin geleneksel yöresel başörtüsüne kim karışır” diyenler doğruyu söylememektedir. Aynı çevreler on yıllarca bu kıyafetlere karşı en acımasız uygulamaları sergileyenlerdi. Onların bu acımasız, dayatmacı, tepeden inmeci militan-modernist uygulama ve tutumları neticesinde bu geleneksel tarz örtü ve giyinmenin imkanı bırakılmadığı için; manto-pardesü ve siyasal simge diye nitelendirdikleri modern tarz başörtüsü doğdu.
Sorun, modernliğin-sekülerliğin tüm dünyaya tesettürsüzlüğü, baş açıklığı; kendi tek tip seküler-din karşıtı hayat tarzını tüm araçlarıyla acımasız bir şekilde dayatmasından kaynaklanmaktadır. Geçmişte Evrensel olan inanca dayalı geleneksel olandı. Hoşgörü geleneğin kendisinde mündemiçti. Bir zamanlar, Rusya’da, Avrupa’da, İtalya’da, hatta Amerika’da kadınlar, Yahudi toplulukları, Hindular başlarını bir şekilde örterken bunu onlara Müslümanlar mı dayatmıştı.?
AIHM’in kararına gelince bu karar, insan hak ve hukuku açısından, dinlerin özgürlüğü açısından değil, baş açıklığı getiren ve yaygınlaştıran modern yaşam tarzının, tek geçerli yaşam tarzı olarak görülüp referans olarak alınmasına dayanmıştır. Bu kararla modern-seküler yaşam tarzı dışındaki tüm geleneksel vs. yaşam tarzları geçersiz ve kanunsuz sayılarak, tek tip dayatmacı bir tutum sergilenmiştir. AIHM tek referans olarak gördüğü modern-seküler yaşam biçimine uygun olarak görmediği her türlü yaşam unsurunu hukuk ve yasa dışı olarak görme eğilimi sergilemiştir.
Müfid Yüksel
Dipnot:
[1] Bu topluluklarda, başında bu tür örtü veya başlık bulunmmayan, kısacası başaçık gexen erkekler ayıplanırdı. Özellikle, son 20-30 yıl öncesine kadar gerek Türkiye gerekse komşu ülkelerdeki kürt topluluklarında, Kürdistan’da başaçık gezme diye bir durum sözkonusu değidi. Agâl, peç, kefye, kasket, bere gibi yöresel özelliklere ve yasal yaptırımlara göre değişen başklıklar kullanılırdı. Son 20-25 yıl da ise modernleşme ve sekülerleşmenin, modern-laik ve Stalinist Kürt örgütlerinin etkisiyle kürtlerin genç kuşaklarında başaçık dolaşma yaygınlaşmaktadır.
[2] Tüm bunlara karşın Türkiyede yapılan birçok dini-tarihi sinema filmlerinde gayr-i müslim kadınlar başaçık olarak gösterilerek tarihi bir yanılsama (Anachronizm) sergilenmiştir.
[3] Çocukluk dönemlerimizde, kırsal kökenli aile kadınlarının önceleri çarşaflı, ya da yöresel testtürlü oldukları halde İstanbul’da kent ortamında zamanla, pardesü-manto ve modern tarz başörtüye döndüklerini sürekli gözlemlerdik.