Semih Kaplanoğlu’nun ‘Bağlılık Hasan’ filmi Türkiye’yi 94. Akademi Ödülleri’nde temsil edecek.
Semih Kaplanoğlu yaptığı filmlerle konuşan ve sürekli arayış içerisinde olan yetenekli yönetmenlerimizin başında geliyor. Her filmiyle çıtayı daha da yükselten Kaplanoğlu için sinema bir düşünme biçimi olarak öne çıkıyor. Yönetmenin “Hakikat arayışı” olarak özetleyebileceğimiz bu yaklaşımının son örneği “Bağlılık Hasan” 3 Aralık’ta gösterime girecek.
Festivallerin aranan ismi: Kaplanoğlu
Türkiye'nin Oscar adayı seçilen "Bağlılık Hasan" filmine Brezilya'da "Yılın En İyi Yabancı Filmi" ödülü verildi. Ödül, festivalin New Filmmakers ve International Perspective bölümlerinde gösterilen toplam 211 film arasından seçilerek verildi. "Bağlılık Hasan" geçen ay 9. Boğaziçi Film Festivali'nden “En İyi Film” de dâhil 3 ödülle ayrılmıştı. Temmuz ayında dünya prömiyerini Cannes Film Festivali'nde gerçekleştiren filmin festival yolculuğu Kasım ayı içinde ABD'nin Denver kentinde, Roma Medfilm Festivali'nde, Almanya'da Cottbus Film Festivali'nde ve Taipei Golden Horse Film Festivali'nde devam edecek. “Eski Ustalar” ve “Mimar Sinan” belgesellerinde(1988) kamera asistanı olarak sinemaya adım atan Semih Kaplanoğlu’nun ilk filmi “Herkes Kendi Evinde-2001”, aldığı birçok ödülün yanı sıra yurtiçi ve yurtdışında birçok uluslararası festivale de katıldı. 2007 yılında Quinzaine Des Realitaeurs’da dünya prömiyerini yapan üçüncü uzun metrajlı filmi olan “Yumurta” ile Fajr, Valdivia ve Bangkok Uluslararası Film Festivallerinde En İyi Yönetmen Ödülü’ne layık görüldü. Film, Altın Portakal (Antalya Film Festivali) ve Altın Lale (İstanbul Film Festivali) gibi önemli ulusal ödüller de dâhil olmak üzere toplam 30 ödül aldı. Yusuf üçlemesinin ikinci filmi olan “Süt”, dünya prömiyerini 2008 Venedik Film Festivali’nde yaptıktan sonra dünyanın birçok yerindeki festivallerde gösterildi ve İstanbul Film Festivali’nde FIPRESCI ödülünü kazandırdı. Serinin son filmi “Bal-2010” 60. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı En İyi Film ödülüne layık görüldü. 2017 yılında gösterime giren “Buğday” Altın Koza ve Tokyo Film Festivalinden ödül aldı. “Bağlılık” üçlemesinin ilk filmi olan “Bağlılık Aslı-2019” ise 92. Akademi Ödüllerinde(Oscar) Türkiye’nin adayı olarak yer aldı. Kısacası Semih Kaplanoğlu henüz ilk filminden itibaren uluslararası festivallerin gözdesi bir yönetmen olarak anılıyor. Kaplanoğlu’nun, 30 yılı aşan bu tecrübesi ile “Bağlılık Hasan” için daha güçlü bir çalışma sürdürdüğünü söyleyebiliriz.
Filmin Konusu
“Bağlılık Hasan”’, Türkiye'de ilk defa geçen ay Antalya Film Festivali'nde gösterildi. Kaplanoğlu'nun Bağlılık üçlemesinin ikinci filmi olan yapımın odağında, çiftçi Hasan var. Hibrit ağaçlardan elma üreten Hasan, hacca gitmeden önce herkesle helalleşme sürecine giriyor. Babalarından kalma toprakların paylaşımı konusunda mahkemelik olduğu ve 20 yıldır konuşmadığı abisiyle de helalleşmek durumunda kalıyor. Ama sadece kardeşi değil ağaçlarla, toprakla da helalleşmesi gerektiğini anlıyor. Yaradılıştan bu yana taşıdığımız açgözlülük ve hırsı, kardeşlik hukukuyla karşılaştıran film, yavaşça pişen hikâyesi, metaforları, güçlü sinematografisi ve dikkat çekici sonuyla serinin ilk filmine göre daha farklı bir bakış açısı sunuyor. Dededen kalma asırlık ağacın altında koyunlarını otlatan çoban, filmin sınırlarını ihlal eden bir yan karaktere dönüşüyor. Etkileyici rüya sahnesinde gökten yağan elmalar "gazap elmaları"na dönüşürken Hasan ve Filiz, elektrik şirketi tarafından kesilen asırlık ağaçtan geriye kalan boşlukta modern zamanların Âdem ve Havva'sı oluyorlar. Hacca gitmeden önce kendisiyle de barışamayan Hasan'ın huzursuz ruhu, bir türlü huzura ermiyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü ile sinema alanındaki meslek örgütü temsilcilerinden oluşan seçici kurul, "Yabancı Dilde En İyi Film Dalı"nda Türkiye adayını belirlemek üzere değerlendirme toplantısını gerçekleştirdi. Sanatsal Etkinlikler Komisyonu'na başvuran filmlerin değerlendirildiği kurulda, Semih Kaplanoğlu'nun "Bağlılık Hasan" filminin, 94. Akademi Ödülleri'ndeki (Oscar) adayı olarak Türkiye'yi temsil etmesi kararlaştırıldı. Kaplan Film ve Sinehane ortak yapımı filmin başrollerini Umut Karadağ ve Filiz Bozok paylaşırken, Mahir Günşiray da konuk oyuncu olarak yer alıyor. Baş rol oyuncularının göz doldurduğu filmde ayrıca Gökhan Azlağ, Hakan Altıner, Devrim Özder Akın ve Ayşe Günyüz Demirci yer alıyor.
Titiz bir yönetmen
Semih Kaplanoğlu filmlerinin senaryosunu da yazan ve titizliğiyle bilinen bir yönetmen. “Bağlılık Hasan” önceki filmlerinden daha farklı olsa da temel felsefe hiç değişmiyor. Sadeliğin arkasında saklı dünyaları vurgulayan yönetmen bunu metaforlar üzerinden gerçekleştiriyor. Kaplanoğlu filmlerinde birkaç defa kullanılan metaforları şöyle sıralamaktadır: Bavul, süt, rüya, kuş, yılan, su, yumurta, kurdele, ayna, epilepsi, ağaç, kekeleme, çiçek, kahve fincanı, elma, balık, çakmak, kuyu, lamba, fotoğraf, köpek, kurban, yürüyüş, balkondan bakma, ay, kask feneri, düğün, kan, motosiklet lastiği, hamam, oku kıssası, kupon, nar, şiir, yüzük, hatıra, namaz, çürük raporu, diş macunu, siyah poşet, ceylan, bıçak, ördek, tokat. “Bağlılık Hasan” filmi, çelişkiler yaşayan, ayağı sürçen, yalnızlaşan, kendinden ve inançlarından uzaklaşan, hırs bataklığında çırpınan bir yandan da vicdanının sesine kulak vermeye çalışan Hasan karakteri üzerine kurulmuş. Elma ise bu filmin temel metaforu olarak düşünülmüş. Elmanın ilk yaratılışa, ilk günaha, cennetten kovulmaya kadar uzanan çağrışım gücü günümüzün hırsıyla birleşerek sıradan bir köylünün gözünden tekrar ele alınmış. “Helalleşmek” kavramı film boyunca Hasan ve eşi Emine aracılığıyla tüm insanlığın muzdarip olduğu hakikat arayışının bir parçası olup evrenselleşiyor. Film boyunca doğanın varlığı rüzgârla, yağmurla, gök gürültüsüyle her an kendini hissettiriyor. İnsanların sesi rüzgârın sesinin yanında kısık kalıyor. Görüntü yönetmeni Özgür Eken’in bu bakımdan filme önemli katkı sunduğunu belirtelim.
Kaplanoğlu’nun tüm filmleri tematik özelliğe sahiptir. Kaplanoğlu’nun anlatımında manevi gerçekçilik önemli bir açılımdır ve bunu başarıyla uygulamaktadır. Onun filmlerinde görünenin ardındaki gerçeklik bir üst dilin, idrakin alanını yansıtır. Yalnızlık, geçmiş, eve dönüş, evden kopuş, babanın kaybı, anneyle bağ, mültecilik, ev ve aidiyet, doğanın yok edilmesi gibi temalar kelimelerin dar alanına takılmadan aktarılır. Kaplanoğlu, izleyiciyi maneviyatın içine çağıran eserler sunar. Kelimelerin gerisindeki derinlik tüm filmlerinde hissedilir. Popülizm kaygısından uzak, yalnızca 'gösterme' üzerine odaklanan bir anlayışa sahiptir. Tinsel alana ulaşarak, izleyicinin bir 'duruma' ortak olmasını sağlamaktır amaç. Semih Kaplanoğlu sineması sadeleştikçe derinleşir ve böylece tinsel alana daha fazla ulaşır. Minimal düzeydeki diyaloglar, sessizlik halleri, kameranın sabitliği ve ancak gerektiğinde devinimde bulunması amaçlanan bu tinsel alanın oluşturulmasında kullanılan araçlardır. 'Gösterme' üzerine kuruludur sineması, bu da ancak şiirsel bir sinema dili ile mümkün olur. Şiirin sunduğu ruhsal durum ise sadece hissedilebilir. Kaplanoğlu bu yaklaşımını şöyle özetler: “Derdim sadece senaryo yazmak veya hikâye anlatmak değil. Daha çok görsel ve işitsel alanda yeni bir yol açmak, yeni bir şeyler yapmak istiyorum.”
Yönetmenin hakikat arayışı
Kaplanoğlu tıpkı Tarkovski veya Terrence Malick gibi içerikten çok görüntü, semboller, imgeler, metaforlar üzerinden insanları kendi arayışına, kendi sorgulamalarına davet eden dolaylı bir yöntem kullanır. Filmlerinde hiçbir zaman spesifik bir mesajı seyircinin gözüne sokma yaklaşımı yoktur. Film boyunca seyircinin kendi cevaplarını bulması teşvik edilir. Semih Kaplanoğlu, filmlerinde Yaratıcı’yı imgelerle görünür kılma amacını taşır. İnsanın kendisi ile uyumunda ve iç huzurunda, doğa ile kurduğu iletişim önemlidir. Doğa seslerine ve doğa görüntülerine sıklıkla tanık olur izleyici. Doğa ile birlikte eşyalar, insanlar, canlılar ebedi hakikatin yansıyan yüzüdür ve Kaplanoğlu bu yüzün arkasındaki iradeye işaret eder. “Bana göre ne maneviyatı ne de metafiziği işlemeyen filmler bizi görünenin ötesine taşıyamaz, kalplerimizi de aydınlatamaz.” cümlesi Kaplanoğlu filmlerinin özetidir. Semih Kaplanoğlu’nun filmlerinde rastlanan genel özellikler ve ayrıntılar onun sinemasının genel karakterini ortaya çıkartabilmemize izin vermektedir. İnsan, insan hâlleri, toplumsal tipler, tabiat, şehir ve mekân, anne, çocuk, baba gibi şahıs kadrosu, yalnızlık, taşıtlar, aile, eşyalar, hayvanlar, taşra gibi hususlar öne çıkmaktadır. Modernleşen insanın kayboluşu ve tüm dünyayı peşi sıra uçuruma sürüklemesi, Kaplanoğlu’nun temel meselelerinden biridir. Bu durumu şöyle özetler: “Hiçbir şey artık bizi heyecanlandırmıyor. Aptalca bir yarışma programı ya da medeniyetimizin kurban edilen çocukları için televizyon kanallarında kolayca zapping yapabiliyoruz. Hakikat vicdanınıza dokunmuyor, sizi reddediyorsa neden bir film çekiyorsunuz o zaman? Sinema ve diğer tüm sanat türleri, acınası ve zavallı hâlimize karşı artık yetersiz. Ölmüş çocukların; Filistinli, Iraklı, Lübnanlı, Afgan ya da Afrikalı mültecilerin hâlleri üzerimizde bir etki bırakmıyor, kendi varlığımız hiçliğe sürükleniyorsa hangi sanatçı ya da yönetmen bizim kalbimize dokunabilir? Bu dünyaya karşı daha sağlam ve bilinçli durmamız gerektiğini düşünüyorum. Şu iki şeyi aklımızdan hiç çıkarmamalıyız: Allah'ın birliği ve O'nun rızası. Ben, filmlerimi bu düşünceler üzerine oturtuyorum.” Kaplanoğlu, insanın kurtuluşu kendi iç dünyasında bulacağına işaret ederek şöyle devam ediyor: “Var olduğun toplumda, hayatla kurduğun ilişki neyse onu kullanmalısın. İlmi de dini de muhabbeti de bir durumla, mekânla sınırlıyorsun. Dini camiye kapatmadığımız gibi sanatı da seküler bir hayata kodlayamayız. Bunların hepsi bir. Müslüman, bu birliği hayatın her alanında ispata mecburdur. Bunlar filmde olur, bu olmaz diyemeyiz. Sanat da sonuçta ilahi bir şeydir. Sanat, Allah’ın kelimesini sezdirmekle mükelleftir. Yaradan’ı yaratılana göstermek, hissettirmek aşkıyla olmadığımız sürece yaptığımız filmlerin bir şeye değmesi problemli hale geliyor. Şehadet sadece şehit olmak değil. Nasıl kendimize, olup bitene her zaman şahit oluyorsak sanatçı bu şahitliği paylaşmalıdır. Neyle oluyorsam onunla film yapıyorum.”
Şair yönetmen
Kaplanoğlu aynı zamanda bir şairdir. Plastik sanatlara ve doğal tarıma dair çalışmaları vardır. Kaplanoğlu, şiirle olan ilişkisini şöyle özetliyor: “Şiir bana bütün yolu açtı. Bitmiş bir şiir tamdır ve bir virgül bile ona fazla gelir. Şiirde kelimelerden oluşmuş bir ahenk vardır ve o kelimeler aslında dile karşıdır. Çünkü dil, konuşmak demek; yani bizi birbirimizden ve kendimizden ayıran şey. Dilin mahkûmiyetinden kurtulmak önemli. Resim, dilin mahkûmiyetinden bizi kurtarır; sinema ve şiir de keza… Sayfalarca yazıyı üç satırlık şiir karşılar. Sadeleşme, benim sinemayla ilişkimde şiirden edindiğim yegâne disiplindir.” Kaplanoğlu bu çok yönlü kişiliği ve kılı kırk yaran tefekkürünü şiirsel bir üslupla filmlerine yansıtır. Aynı zamanda iyi bir gözlemci olan Kaplanoğlu, kendi içinde yaşadığı ontolojik sorgulamaları belirli bir olgunluğa ulaştırmış görünüyor. Bu yolculuğunda Kaplanoğlu’nun bazı isimleri kendisine rehber edindiğini görüyoruz: İbn Arabi, Yunus Emre, Mevlana, Niyazi Mısri bu isimlerden bazılarını oluşturuyor. Fakat onda İbn Arabi’nin ayrı bir yeri olduğunu anlıyoruz. Kaplanoğlu yıllar önce “Âdem’in oğlu Abu” isimli Hint yapımı filmi, Türkiye’ye getirdiğinde ve yine Hac görevini yerine getirdiğinde muhtemelen bu zorlu ibadetin özünü sorguluyordu. “Bağlılık Hasan” filminde hac ibadetinin vesile olduğu sorgulamaları yansıtmış olması, bu filmin uzun yıllara dayanan bir sorgulamanın sonucu olduğunu gösteriyor. Yine Bursa’da bir köy ziyaretinde, hibrit tarım adı altında doğanın kirletilmesi ve daha çok üretim amacıyla kullanılan ilaçlara dair gözlemleri yönetmenin bakış açısıyla “Bağlılık Hasan”da yer almış. Çanakkale’nin Bayramiç ilçesinde seçilen film için senaryonun doğasına en uygun mekânlar tercih edilmiş. Bu da filmin şiirsel yönünü güçlendirmiş.
“Bağlılık Hasan” Oscar’dan ödülle dönsün veya dönmesin bu ödüllerin çok üstünde bir tefekkürü yansıtıyor. İki buçuk saati bulan süresiyle ve her saniyesi incelikle planlanmış akışıyla “Bağlılık Hasan” sinemanın bir sanat olduğunu bizlere yeniden hatırlatıyor. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Huzur” romanından esinlenen serinin üçüncü filmine dair çalışmaların sürdüğünü belirterek yazımızı sonlandıralım.
Kaynak: Diriliş Postası