Bağlılık hikâyemiz anne karnından başlıyor. Annemizle göbek bağı üzerinden kurduğumuz bağ fiziksel bir bağlılık. Doğumla birlikte bu bağ kopsa bile anne ile çocuk arasında en az göbek bağı kadar ehemmiyetli yeni bağlar kuruluyor. Fiziksel bağlarından belki zamanla uzaklaşıyor ama duygusal, sosyal bağlar bunun yerini alıyor. Velhasıl insan bağ kuruyor, bağlıyor, bağlanıyor. Akıl da benzer bir işlevi yerine getiriyor; zira o da farklı durumlar, olayla ve olgular arasında bağ/bağlar kuruyor. İnsan bağlardan azade olamıyor; aslında olması da gerekmiyor. Tam tersine bağ kurabildiği, nereye bağlanacağını isabetle tayin edebildiği oranda daha güvende oluyor. Tıpkı kıyıya bağlı sandal gibi. Bağlarımız ne kadar güçlü ise esen rüzgâr, kopan tufan bizi önüne katıp sürükleyemiyor.
Nelerle bağ kuruyoruz peki? İnsanlarla, değerlerle, ilkelerle, gelenekle, hayatla, vatanla vb. Örneğin sevdiğimiz insanlarla bir bağlılık ilişkisi tesis ediyoruz. Kendilerine güvendiğimiz bu insanların varlığı bizi de güvende hissettiriyor. İnsanlar söz konusu olduğunda bağlanmak karşılıklı bir durumu yansıtıyor. Söz kesmek, nişanlanmak, evlenmek bir bağlanma eylemi esasında. İki kişi gönüllerini, hayatlarını, yollarını, yolculuklarını birbirine bağlıyor. Aile çocuk ilişkisi de aslında bir bağlanma türü. Kişi anneye, babaya, aile bireylerine bağlanıyor. Akrabalık da bir bağlanma değil mi? Akrabalar kendilerini birbirlerine karşı sorumlu hissediyor, acısını acısı, sevincini sevinci biliyor.