Batı’da Dünya savaşlarının yaşandığı bir dönemde ortaya çıkan o kaoslu günlerin etkisiyle insanlarda oluşan psikolojik bir hareket neticesinde hayatın anlamının olup olmadığına yönelik sorular etrafında şekillenmiştir. Bu soruların ve dahasının etrafında çevrelenen sorularla varoluş felsefesi inşa edilmiştir. Varoluş felsefesi insanların yaşamış olduğu bu boşlukta onlara bir cevap verebilmenin derdine düşmüştür. Hayatta bir anlamın olup olmadığına dair sorgular içerisinde olan filozoflar, aslında insanların o dönemde yaşadıkları olumsuzluklara karşı bir teselli arayışında olmuşlardır. Çünkü bunca acının bir anlamı yoksa bunlara katlanmaya gerek var mıdır ki? Nitekim bu konuda verilecek çokça cevap bulunmaktadır. Cevabın çok olması varoluşçu filozoflar için bir problem olmamaktadır, çünkü hepsi hayata dair bir anlam bulabilme çabası içerisindendirler.
Hayata karşı anlam bulabilme çabasında olan varoluşçu bir filozof var ki o, bu konuda diğerlerinden olabildiğince farklı bir yaklaşım içerisindedir. Bu kişi Paris doğumlu, dindar bir varoluşçu olan Gabriel Marcel’dir. Marcel, teist bir varoluşçudur. Marcel, kendi düşüncelerini ifade ederken insanın somut durumlarıyla ilgilendiğinden dolayı bu durumu “Somut Felsefe” olarak isimlendirmektedir. O, somut insan durumlarının, aşkın Varlığa ulaştıracağını düşünmektedir. Marcel bu düşüncesi ile diğer varoluşçulardan ayrılmakta ve insana yönelik yeni bir yaklaşım sergilemektedir. Çünkü ona göre kişi sadece kendi tecrübesini bilebilir ve bu durum da ‘başkası’ ile yaşanılan iletişimden mesul tutulabilir.
Marcel, Mutlak Sen ile kişi arasındaki ilişkileri anlamlandırmak istemiştir. Çünkü ona göre bu ilişki bir ‘sır’dır. Marcel’e göre sır, insana kendini açan bir Tanrı ile karşılaşması durumunda yardımcı olur. Tanrı ile karşılaşan insan ona katılır ve bu durumda ikilik ortadan kalkar. Dolayısıyla bağlanma gerçekleşmiş olur. Marcel bu duruma “sır” demektedir. Nitekim bu durumun açıklanamamasının nedeni olarak da bilimin yetersizliğini ve felsefenin amacından saptığını öne sürmüştür.
Marcel’e göre bizler nereden geldiğimizi ve nereye gideceğimizi bilmediğimiz bu anlamsızlık ve belirsizlikten kurtuluşumuz bağlanma ile mümkün olacağını söylemektedir. Nitekim bu kurtuluşu aramak bile bizim bu Varlıkla olan ünsiyetimizi işaret etmekte ve bu ünsiyet kişinin endişe ve umutsuzluğa düşmesine engel olmaktadır. Umut, ben’in sen’e katılma ihtimalinin olmasıdır. Umut, kişiyi eyleme geçirmekte, dolayısıyla bu durum ‘Mutlak Sen’e bağlanmak için beraberinde aşk ve sadakati getirmektedir. Umut, sadakatin beraberinde gelişen bir duygu durumudur. Bu iki duygunun var olması, kişinin bir “şey”e bağlılığını gösterir.
Marcel’e göre bağlanmak ‘ben varım’ demektir. Yani sırra dahil olmaktır. Bu bağlanma sonucunda oluşan iman Marcel için bilmek akdinden ayrılması gereken bir durumdur. Ona göre iman bir var olma durumudur. Marcel inanmak ile imanı birbirinden ayırmakta ve şu şekilde ifadelendirmektedir: “inanmak bir ‘sen’e güvenmektir. İman ise ‘Mutlak Sen’e bağlanmaktır.
Marcel, bu zamana kadar oluşturulan tabuları yıkar nitelikte bir düşünce iddia etmektedir. O’na göre insan, Mutlak Sen’e bağlandığı zaman hürriyetinden bir şey kaybetmez, aksine kendisini hür hisseder. Marcel’e göre hürriyet, beni kendi anlamından mahrum etmekten ve bir anlamsızlığa mahrum olmaktan kurtaran bir durumdur. Nitekim hürriyet beni zorunlu fiillerden kurtarmaktadır.
Düşünce dünyamızın bu kadar değişmesinde etken rolü teknolojiye bağlayan Marcel, teknolojinin amacından saptığını dile getirmektedir. Teknolojinin insan yaşamını kolaylaştırma düşüncesinden sıyrılıp yaşamın hedefi haline gelmiş olması amacından saptığının bir göstergesidir. Teknoloji ile anlam arasındaki ilişkiyi ‘sahip olmak’ kavramıyla açıklayan Marcel; sahip olmak, bize sahip olmamalıdır. Burada anlatılmak istenen, aracın amaç haline gelmesi halidir. Araç ile amaç yer değiştiği zaman ‘anlam’dan söz etmek çok da mümkün olmamaktadır. Anlamın değer kaybettiği yerde de hürriyet kendiliğinden yok olur.
Özgür olmak adına birçok şeye ihtiyacı olduğuna yönelik ikna edilmeye çalışılan insan, içindeki sesi duymadığı müddetçe daha çok huzursuz olacaktır. Aranılan şeyin uzakta olmadığını anlamak, kulaklara gelen ses dalgalarının kalpteki tesirinin hissedildiği andaki farkındalıkla olur. Nitekim bu farkındalık bir uyanıştır. Uyanabilmek içinde biraz kendimizle baş başa kalmaya ihtiyacımız var. Velhasıl kelam yalnızlık tahmin edildiği kadar kötü bir şey değil.