Bağdat ve İsfahan üzerine kadim münazara

Bağdat ve İsfahan bir roman. İki kadim şehrin karşı karşıya geldiği, diyalog içine girdiği bir tarihi anlatı. Bir roman ama aslında kurmaca değil, gösterdiği her işaret doğrudan gerçeği sergiliyor.

İslam topraklarında bilginin, bilimin, düşüncenin nasıl üretildiği, geliştiği bu iki karşıt şehir üzerinden gözler önüne seriliyor. Bağdat ile İsfahan iki karşıt ama birbirine dayanmış şehirler: Arap ve Acem, Sünni ve Şii. Bir yanda Abbasiler öbür yanda Safeviler. Dışarıdan bakan bir göz zahirde iki farklı kutbu görür ama dışarıdan bakan göz, görmeyi biliyorsa o karşıtlığın aslında nasıl cem edildiğini ve besleyici bir hüviyet taşıdığını idrak eder.

Arap edebiyatında Bağdat, “Yedi iklimin en asiliyken”, Fars edebiyatında Isfahan “Cihanın canı” idi. Roman bu iki kadim ve büyülü şehri, şans eseri ele geçen bir münazara metni üzerinden konuşturuyor. Okur, iki şehrin diyaloglarından bir görüntü ediniyor.

Renê Wellek’e göre roman iki hakikat üzerine temellendirilir: İlki olaylara bağlı olan, belli bir mekân ve zamana ait, tarihi ve bilgisel gerçektir. İkincisi ise düşünsel ve felsefi gerçektir.

Elaheh Kheirandish eserini iki hakikat üzerine de temellendirmiş gözüküyor. Onun romanı belki olay bazlı vaatlerde bulunmuyor fakat tarihi sürecin kendisi zaten bir olay olduğu için eser tarihi bir araştırma metni olmaktan kurtularak roman hüviyetini koruyor.

Kişilerin felsefi ve düşünsel tekamülleri nasıl varsa, toplumların da aynı tekamüle sahiptir. Toplumların tekamülü, o ülkenin tarihini oluşturur. Tarih sadece savaşlardan, politik olaylardan ibaret değildir; tarih sahibi olduğu toplumun tüm düşünsel sürecini olayları giysi yaparak anlatır. Ülkenin, şehrin yaşadığı olaylar; gösterdiği bilimsel gelişmeler, ortaya koydukları sanat eserleri, ürettikleri fikirler hep toplumun sahip olduğu düşünsel boyutla alakalıdır.

Şehir dememiz kasıtlıdır. Şehir ile kent farklıdır. Bağdat ile Isfahan kitapta kent olarak ele alınmaz, şehir olarak ele alınır. Şehir, medine ile bağlantılıdır. Hanelerden kurulur, haneler de aileden kurulur. Vurgulamamız önemli çünkü aile, bağ demektir. Haneler de kurulmuş aile bağları üzerinden yeni bir bağ oluşması anlamına gelir. Dolayısıyla şehirde her şey birbiriyle bağlantılıdır. Güçlü bağlarla kurulmuş bir toplum, medeniyet havzasını oluşturabilir. Medeniyet, gelişimle oluşur. Gelişim, güçlü bağa muhtaçtır. Çünkü ancak o zaman yaşam bir “mana” üzerine inşa edilecektir. Mana, fazileti getirir. O nedenle Farabi, fazilete ancak şehirle ulaşılabileceğini dile getirmiştir. Faziletli şehirler, anılmaya değer şehirlerdir. Şehirlerin faziletli olmadığı bir memleket, batmaya mahkumdur.

Bağdat da Isfahan da şehir hüviyeti taşır. Bu yüzden şiirlerde Isfahan “Fars diyarının melikelerinden biri/ Şehirlerin en ulusundan, Isfahan’dan” şeklinde, Bağdat da “Kaldır gözlerini her taraftan güneş gibi Bağdat’a/ Sonra yüksel göğe cennet gibi, onu görünceye kadar” şeklinde anılır. İki şehir de medeniyet üreterek kadim şehir mahlasını kazanmıştır, o nedenle iki şiir de doğrudur.

Fazilet sahibi şehirler, medeniyet üretme aşamasında her ne kadar politik, dini, ideolojik farklılıklar taşısa da sahip oldukları faziletten ötürü birbirlerini beslerler. Karşıtlıkta, bir noktadan nazar edildiğinde aslında bereket vardır bu nedenle. Kheirandish’in eseri mevzular, mefhumlar, teknik gelişmeler ve ansiklopedik bilgileri üzerinden aslında bu besleyiciliğe vurgu yapıyor. Vurgudan dolayı kitap içerdiği onca teorik bilgiye rağmen okuyucu için sıkıcı bir hal almıyor, aksine roman olma özelliğinden de hiçbir şey kaybetmeyip akıcı ve öğrenmeye duyulan iştahı artırıcı bir işlev kazanıyor.

Örnek vermek gerekirse Kheirandish bize şöyle bir pasaj sunuyor:

“(Acem şehri Isfahan’daki Yıldız Evi üzerinden) Tarihi Yıldız Evi’ndeki pop-up müze bilgiyle pratik arasında, hem de elbette mimariyle başlamak üzere, bilimle zanaat arasında köprü olması için kuruldu. Ama yitik ve yaşayan gelenekleri, teorik ve pratik püf noktalarını yahut Doğu’daki ve Batı’daki gelişmeleri kuşatmak için tarihi isimlerden, terimlerden ve kavramlardan yapılan yaratıcı bir seçkiden de destek alarak çeşitli alanları fiziken restore etmekten fazlasını yaptı. Bu, Yıldız Evi’ne “Sabit” isminin verilmesiyle başladı. Arapça ve Farsça’da farklı çağrışımları olan bir isimdi bu. En doğrudan çağrışımıysa gezegenler ve burçlarla ilişkilendirilen yıldızperest cemaatinden tarihi bir figürdü. Bu tarihi figür Abbasi Bağdat’ının ilk devrinde yaşayan mütercim ve alim Sâbit bin Kurra’ydı. İbn Kurra Bağdat’a, söylendiğine göre on ikili yedili yıldız saraylarının model aldığı memleketi Harran’dan geldi. ‘Sabit’ kelimesinin ‘kalıcı’ anlamıyla layık olduğu ismi alan Sabit Evi’nin kapısında aynı kelime, ‘devranın planında’ hiçbir hâlükarda ‘sabitlik olmadığını’ söyleyen zamansız bir mısranın içinde ışıldıyordu.”

Kitaptan alıntıladığımız bu tek paragraf dahi eserin ağırlığını ortaya koyuyor. Devletler savaşır, güçlenir, batar, gücü azalır. Ülkeler dini inanca sahip olur. Farklı atılımlar gösterir. Fakat medeniyet denilen olgu, bunlarla hem alakalıdır hem de alakasızdır. O hem birleşikliği temsil eder hem de kendi başınalığı. İlim esasında tek bir sudur fakat farklı bardaklarda sunulur. Arap ve Acem şehrinin birbirini besleyiciliğini en önemli delillerinden birisi, Arap alimin isminin Acem şehrinde baş köşelerden birine konulması olabilir ancak. Üstelik medeniyetin gelişiüzel ilerlemediğini de görüyoruz. Mana kendisini birden çok kereler göstermekte. Sabit kelimesinin, devranın planında hiçbir halükarda sabitlik olmadığını göstermesi aynı zamanda Allah’ın kutsal kitabında “O her an yeni bir iştedir” ayetini de işaretlemiş olmaktadır.

Münazarada taraflar kendilerini anlatırlar ve kendilerine varlık sahası oluşturmaya çalışırlar. Esasında münazaranın kaybedeni olmaz. İki taraf da her ahvalde kendisine varlık sahası kazanmış olur. İki şehrin münazarası, Dickens’in İki Şehrin Hikayesi’nden bir de bu açıdan farklı. Burada hikâye yok, münazara var. Bağdat da Isfahan da tek bir anda diri bir şekilde varlığını sürdürmekte. Çünkü iki şehir de ürettiği medeniyet ile kalıcılığı sağladı ve bir kez kendisine varlık sahası edindi. O nedenle biz beş yüz sene önce gerçekleşmiş bir hadiseyi de okusak, o hadise şu an vuku bulur gibi canlı. Çünkü kadim olması onu zamandan münezzeh kılmakta. Ve şehir, yarınını oluştururken dünden beslenir. O nedenle dün aslında hiçbir zaman geçmişte kalmaz. Gelecek dediğimiz mefhum, geçmişin tecellisiyle var olur. Allah’ın her an “yeni” bir işte olması, geleceği de yeni yapar, ancak bu geçmişi içinde barındırdığı gerçeğini değiştirmez.

Bağdat ve Isfahan’ın bu gözle okunması, okura münazarayı daha verimli kılacaktır diye düşünüyorum. Bizlere böylesine kıymetli bir eseri kazandırdığı için Ketebe Yayınları’na ve yetkin çeviri maharetinden dolayı Kadir Daniş’e teşekkür etmek her okurun boynunun borcudur.

YORUM EKLE