Yaşadıkları toplumlara yön veren, ismi zamanlarını ve mekânlarını aşmış bazı insanlar vardır. Kendi zaman dilimlerinde yapılan hatalar, çekilen zorluk, zulüm ve acılar, bizlere yani geleceklerine ulaşamasın diye var güçleriyle savaş vermiş insanlar. Onlar bizim geçmişimizdi, bizse onların geleceğiyiz.
Yakın tarihimizde yani 1800'lü yılların sonlarında doğmuş, 1900'lü yılların çalkantısına, sancısına, sinirlerinin oynayışına şahit olmuş isimlerden biridir Muhammed İkbal. Bu dönemde Müslümanların zafiyet içinde olduğunu görüyoruz. Bir zamanlar güçsüzlerin, yoksulların koruyucusu, gücünden zorbaların ve zalimlerin çekindiği ve zulümlerini ertelemek zorunda kaldıkları Büyük Osmanlı da ciddi anlamda bir güç kaybetmişti. Ortadoğu olsun, Balkanlar olsun, Kafkaslar olsun artık ayakları üzerinde durmak için yeni stratejiler geliştirmek zorunda olduklarını zorda olsa kabullenmek yolunu seçmişler daha doğrusu seçmek zorunda kalmışlardır. Hindistanlı Müslümanlar da bu toplumlardan biridir.
Vatan mı millet mi?
İslam dini kölelik sistemini ortadan kaldırmıştır. Allah müminlerinin güçlü olmasını, birlik olmasını, inançlarını özgürce yaşayabilecekleri bir dünya düzeni kurmalarını emreder. Sadece Müslümanların değil hangi inançtan olursa olsun Âdem ve Havva’nın tüm çocuklarının var olma, inanma ve tercihlerine saygı duyularak yaşayacakları bir dünya kurulması için özellikle Müslümanlar ve temiz akıl sahipleri görevlidir. Bunun içindir ki millet kavramı son derece büyük bir öneme sahiptir İkbal’in düşünce dünyasında. Ona göre millet olmak vatan kavramı içerisine hapsedilemez ancak birlik olarak kuvvet kazanabilmek için vatan büyük bir öneme haizdir. İkbal’in çıkış noktası işte tam burasıdır. Bir söz vardır, balık deryadadır su nedir bilmez, diye. Bir damla suyun kıymetini çölde günlerce susuz kalmışlara sormak lazım, özgürlüğün, vatanın, sağlığın, varlığın ve sevginin değerini de onu kaybedenlerden daha iyi kim anlayabilir ki. Bugün dünya üzerinde zulüm gören tüm insanlar vatanını kaybetmiş Müslümanlardan başkası değildir. İkbal Avrupa devletleri tarafından sömürülen insanını yüreklendirip, Hindistanlı Müslümanların mücadele ruhunu ayağa kaldırmak için çaba harcamıştır.
Bireysel güç toplumsal güce ulaştırır
İkbal’in eserlerinde an çok dikkatleri çeken hususlardan biri de haksızlık noktasında dünyaya karşı durabilmek için kişinin kendi değerinin farkına varmasıdır. Müslümanın hareket noktası ise ataleti, acizliği, fakirliği bırakıp var gücüyle çalışması gerektiği düşüncesidir. Bu da esasen yeni bir düşünce değildir, zaten daha önce galip bir millet olan Müslümanların özlerine dönmelerini istemektedir. Sadece kendi halkı değil dünyada bulunan Allah inancına sahip samimi inananları “Millet-i Beyza” diyerek adlandırmakta kendi adına da “Ben bu Millet-i Beyza’nın ayağının altındaki tozum” diyerek yaptığı muazzam hizmeti, tevazulu ve mazlum bir üslupla dile getirmektedir. Başka bir ifadesinde de ”İslam milleti tevhit ve peygamberlik üzerinde kurulduğu için, ona son yoktur.” Der.” Kalbimiz ne Hint, ne Rum, ne Şamlıdır, onun vatanı İslam vatanıdır sözü İslam birliğine verdiği önemi teyit etmektedir. “Hicazlı, Çinli, İranlıyız, fakat aynı neşeli sabahın çiğ danesiyiz.” Sözüyle bu duyguyu ruhunda nasıl bir coşku ile yaşattığını göstermektedir.
Tuğba Kaya yazdı