14 Mayıs Pazartesi günü Dr. Necdet Subaşı, Artvin Çoruh Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin misafiri olarak Hopa’daydı. Ahlak ve Maneviyat Öğrenci Topluluğu’nun tertip ettiği bir konferans veren Dr. Necdet Subaşı hocamla birlikte sabah 9’dan akşam 7’ye kadar beraberdik. Bu yazıda konferans notlarımı ve Necdet Subaşı’yı tanımayı anlatmayı deneyeceğim.

Konferansın başlığı “Âlim, Aydın, Entelektüel” idi. Konferansta Necdet Subaşı, bu üç kavram ve tipoloji etrafında bir ufuk çizdi. Hopa Yerleşkesi Konferans Salonu’nda gerçekleşen ve dinleyicilerin çoğunluğunu İlahiyat Fakültesi hoca ve öğrencilerinin oluşturduğu ilgili bir dinleyici topluluğu vardı.

“Aydın” sınırlı bir ilginin adamıdır

Necdet Subaşı, aydının daha çok kendisi gibi düşünenlerle çevrili bir epistemik cemaatin ortak muhayyilesiyle ilgili olduğunu söyledi. Subaşı’ya göre aydın kavramı daha çok Aydınlanma çağıyla, Türk modernleşmesiyle, münevver kavramıyla alakalı olsa bile en çok bir düşünsel grubun, bir cemaatin duygudaşlığı ile ilgilenen, ortak muhayyileyi etkileyecek dış ve iç etkilere karşı direnç kazandırıcı tedbirler alan/düşünen biridir. Aydın tipi başkalarıyla ilgili olsa, başkalarının gazetelerini okusa, farklı fikirleri takip etmeye uğraşsa bile amacı ve görevi ancak kendi çevresinin ortak düşüncesini tahkim etmektir ve sınırlı bir ilginin adamıdır.

Aydın tipolojisindeki adamlardan etrafta bolca bulunabilir. Kendisinin ait olduğu cemaatten bir anlamda üstün ve ileride olması yine o cemaatin faydasınadır. Takip edilen gazeteler, fikirler, sinema, tiyatro, dergi… artık her ne ise diğerlerinin iyiliği içindir. Aydın etrafındakilerin yerine düşünür, uyarılarda bulunur.

Entelektüeller nadirattandır

Entelektüel kavramıyla ilgili ise Necdet Hoca, bu tarz adamların nadirattan olduğunu, toplumun gidişatını bu insanların görebildiğini, genel çatlakları önceden sezebildiklerini, ilgilerinin ve hayatı okumalarının daha vukufiyetli olduğunu ifade etti. Bu tarz insanların dikkate alınmak durumunda kalındığını çünkü genel gidişatın, toplumsal fay hatlarının bu tipoloji tarafından ele alınıp dile getirildiğini hatırlattı Necdet Subaşı.

Entelektüel birinin aidiyetleri yoktur. Bunlar bir yere yaranamazlar. Rahatsız tiplerdir. Bağımsızdırlar. Edward Said’in Entelektüel kitabına atıfta bulunan konuşmacı Batı’dan ve Doğu’dan bazı isimler de verdi entelektüel tipolojisine.

Âlim sözle beraber eylemi de bünyesinde barındıran kişidir

Necdet Subaşı aydın ve entelektüelle ilgili konuştuktan sonra âlim tipolojisi üzerinde de durdu. Âlim yine bir cemaat içerisinde, yine bir düşünsel grup içerisinde düşünülse bile kitaplarda yazan ile gerçek hayat arasındaki gerilimlerin ortadan kaldırılmasına dair inisiyatif alan, sözle beraber eylemi de bünyesinde barındıran kişidir. Âlimlik, Necdet hocaya göre yalnız bilgiyle olunan bir şey değil, hayatla ilgi üzerinden ilerleyen bir sıfattır. Âlim kişi toplumun ruh sağlığını korur. Âlim kişi toplumu rehabilite eder. İnsanlar için zaman içinde oluşabilecek gerilimleri izale edendir âlim. Bazen bir köyde imam, bazen kanaat önderliği yapıp insanlara yol gösteren kişilerdir bunlar. Örneğin gerektiğinde Gazzali’nin yaptığı dini ilimleri ihya buna denk düşer. Yunus Emre’nin söyledikleri bu minvalde değerlendirilebilir.

Taşrada dilden/halden anlayan birinin ilgisi güzeldir

Aydın, entelektüel ve âlim hakkında konuşan Necdet Subaşı Hoca, bir sosyolog gözüyle yaşadığımız coğrafya hakkında da bazı kanaatlerini paylaştı. Kendisinin müktesebatında bulunan öğretmenlik, akademisyenlik/ilahiyatçılık, yazarlık, Diyanet’te yöneticilik, bürokratlık gibi sıfatlarından konuşması arasında sık sık nasiplenmiş olduk. Biz de aynen böyle taşra sayılabilecek bir yerde elimizden tutacak, bizi anlayabilen birilerinin ilgilerine, sıcak cümlelerine ihtiyaç duyuyorduk. Hocamın buralara kadar gelmesi bu isteklerimizi de bir anlamda gerçekleştirme imkânı sunmuş oldu bize.

Yazımın başında sabahtan akşama kadar sayılabilecek bir vakitte hocamla beraber olduğumuza değinmiştim. Çoğu yolculuk hali olsa bile Necdet Hocamla uzun uzun sohbet imkanı benim için ayrı bir kazançtı. Üstelik yolculuk bir insanı tanıyabilmek için daha güzel ve sahici imkanlar sunuyor, beraber yolda olmak daha yakın tanımalara imkan tanıyor.

Küllenmiş köze üfürmek, dostluğu kaldığı yerden sürdürmek

Hocamla beraberliğimizde yanımızda Van İlahiyat’taki hocalığı sırasında öğrencisi olan bir arkadaşım daha vardı. Onun varlığı ve hocası Necdet Subaşı ile yaptığı sohbetler, Necdet Subaşı’nın kitaplarında neredeyse ana tema olarak bulunan dostluk, beraber bir zaman dilimini paylaşmak, hayata beraber dokunmak gibi kavramları canlı canlı gözlemleme imkanı oldu benim için. Trabzon Havaalanı’ndan Hopa’ya; Hopa’dan tekrar Trabzon Havaalanı’na ulaşımımız müddetinde iki kitabını okuyan biri olarak; ortak tanıdıklarından konuşmaları, ihmal edilmiş aramaların hemen oracıkta tekmil edilmesi, muhabbetin kelimelere dökülme şekli; Necdet Subaşı’nın yazdıklarının kurgu olmadığı, bu yaşına, bunca müktesabatına karşı zekat mesabesinde hatırlayışlar olduğunu ihsas ettirdi. Mesela bir tanıdığın evinin hizasından geçerken “bak, şimdi evinizin oradan geçiyorum, bu vesileyle bir selam vereyim dedim” ile başlayan konuşmalar; gördüğü bir güzel ahşap evi fotoğraf çekip eşine gönderirken “Ayla buna bayılır!” demesi; samimi, gereksiz kaprisleri olmayan, arkadaşlığa, dostluğa, sahiciliğe, geçmişe, değerlere karşı özenli birini tanımanın sevincini yaşattı.

Burada davetimizi kırmayıp gelen birine güzelleme yapmak niyetinde değilim. Hocamın buna ihtiyacı yok, ben de öyle şeylere tevessül etmem şükür. Anlatmak istediğim şu: aynı şeyleri duyabildiğin, benzer şeyleri yaşamış, görmüş, arzulamış insanların bir araya gelmesi ve bundan duydukları memnuniyet… Hayat böyle güzelleşiyor.

Teşekkür ediyorum Necdet hocam. Allah ömrünüzü uzun ve bereketli etsin inşallah.

 

Halil Arslan