Eğer ayağınıza giydiğiniz pabuç bir yerinden vuruyor, ayağınıza dar veya bol geliyorsa yürürken ister istemez aklınıza takılan şeylerden biri belki de başlıcası ayakkabınız olacaktır. Eğer ayakkabınız ayağınıza ve yürüdüğünüz yola uygunsa zihninizi meşgul eden şey ya yürüdüğünüz yolun sonunda varacağınız yer veya sizi bu yola çıkmaya zorlayan sebep olabilir. Bir başka şey de düşünebilirsiniz ama herhalde rahat ayakkabınızı değil. 
Müslümanca bir hayata varma çabası içinde meselelerimiz tıpkı ayağımızı sıkan pabucumuz gibidir. Önce Müslümanlar olarak kendi kimliğimizi söze konu ediyoruz, etmek zorunda kalıyoruz. Çünkü bu yolda yürümemizi önce mümkün kılacak, sonra da hızlandıracak olan odur. Hangi vasıflarda Müslümanlar olduğumuz, hangi aşamaları yaşamak gereği duyduğumuz önemli meselelerimiz oluyor. Bir bakıma, sıkıyor ayağımızı pabuç. Düşünme biçimimizi, düşünce yükümüzü ölçüp biçmek ihtiyacını duyuyoruz. Acaba diyoruz bu tarz düşüncelerimiz birer Şartlandırma mı, yoksa Kur’an-ı Kerim’i kavrıyor olmaktan, Sünnet-i Seniyye’ye olan sadakatimizden mi doğuyor?

Pabuçlarımız ah bir rahat olsaydı!

Rahat yürüyemediğimizi biliyor, hatta bunun yürümek için kullandığımız araçlardan, örneğimize dönersek ayakkabımızdan olduğunu biliyoruz. Aklımızın sürekli olarak ayaklarımıza takılması bu yüzden. Şu pabuçlarımız ah bir rahat olsaydı, diyoruz. Öyle ki bazan nereye doğru yürüdüğümüzü unutup sadece pabuçlarımızla, onların rahatlatılması için neler yapmamız gerektiğiyle uğraşıyoruz.

Ayakkabımız sıkıyor olmasaydı Müslümanca tavır üzerine bu kadar çeşitli görüş, yol gösteren bu kadar çok işaret levhası olmayacaktı. Dikkat edilecek olursa her İslâmî yaklaşım önce genel bir kavrayış tablosu elde etmek çabasıyla girişiyor işe. Sonra bu tablo içinde davranışları belirlemeye başlıyor. İsterseniz, benzetmemiz uyarınca herkes önce bir tip ayakkabı üretmeye çalışıyor diyelim. Bu üretilen ayakkabı da hayali bir müşterinin ölçülerine göre imal edildiği için her kim giyerse giysin ayağına uymuyor, vuruyor, sıkıyor veya bol geliyor. O zaman yeniden dönüyoruz ayakkabı ile uğraşmaya. Bu arada olan yürünecek mesafeye, varılması düşünülen hedefe oluyor tabii.

Ama acaba tersi de olmuyor mu? Aramızda bazıları da sanki pabucumuz, rahatmış, tam ayağımıza uyuyormuşçasına yol katetmeye çabalıyor mu? Bazı Müslümanlara göre nitelik olarak meselemiz çözülmüş, kalite istenilen seviyeye varmış da geriye yalnızca başarılacak işler, nicelikler, kantiteler kalmış gibi görünmüyor mu?

Galiba yaşanılan karmaşıklık, bizlerin önce ayakkabımızı rahatlatmak mı, yoksa her çeşitten rahatsızlığımıza rağmen yola devam etmek mi gerektiği hususunda bir görüş berraklığına varamayışından doğuyor. Anlayabileceğimiz ilk şey bu ikisinin aynı yoldan çözüme bağlanabileceğidir belki. Yani ayakkabımızı rahat kılabilirsek kolay yürüyebileceğiz ve eğer kolay yürüyebilirsek ayakkabımızın gerçekten mesele olmadığını görebileceğiz.

Benim şahsi görüşüm, ayakkabımızın bizi gerçekten rahatsız ettiği ve eğer buna bir çözüm sağlanabilirse yol üzerinde rahat seyredebileceğimiz yönündedir. Çünkü ayaklarımızın rahat olmayışı bizi yalnızca pabuçlarımız üzerinde düşünmeye değil, aynı zamanda yol üzerinde de düşünmeye mecbur ediyor. Keşke diyoruz, bu yol daha az taşlık olsaydı, çimenler üzerinde yürüyebilseydik daha az acı çekerdik diyoruz. Yani sürekli olarak kendi zorluklarımızı düzeltemeyeceğimiz şartlara yükleyerek bir avuntu bulmaya çabalıyoruz. Oysa elimizde ayakkabımızı rahatlatmak gibi bir imkân vardır. Bu da dünya üzerinde bulunuşumuzun hakikatine varmak, içine doğduğumuz şartların gerçeğini kavramaktır. Bunu yapamaz isek mesafe katetme tutkusu içinde belki hızla yürürüz, acılara göğüs gerip umulandan fazla yol bile kat edebiliriz. Ama aklımız hep vuran, sıkan, bol gelen ayakkabımızda olacağı için bizler, varmayı düşündüğümüz yerlerin içinden, yanından, yöresinden geçer, farkına bile varmayız ulaştığımız yerlerin ve yürürüz, durmadan yürürüz.
 

 

Zor Zamanda Konuşmak

İsmet Özel