Asr-ı Saadet'te kadınlar nasıl süslenirdi?

Süslenme biz kadınların olmazsa olmazı hatta kadın olmanın bir gereği. Düğüne giderken, çarşı-pazara-komşuya giderken veya misafirimiz geldiğinde hep süsleniriz. Acaba biz yanlış yerlerde yanlış zamanlarda mı süslenmekteyiz? Hiç düşündünüz mü süslenmenin dinimizdeki yeri nedir?  Deve hörgücü gibi başlar, dizin dört parmak aşağısında bileğe kavuşmayan etekler, dar pantolonlar, en önemlisi kokusu geçtiğimiz yerde iz bırakan parfümler, gelmeden geldiğimizi haber veren topuklu ayakkabılarla bizler süslenmenin dozunu kaçırıyor muyuz? Ya da bunları nerede nasıl giyeceğimizi ve de kime nasıl ve ne zaman süsleneceğimizi biliyor muyuz? Peygamberimiz (s.a.v.) döneminde kadınlar süsleniyorlar mıydı? Bunun ölçüsü neydi? Sorular sorular… O kadar çok soru var ki cevap bekleyen… Araştırmaya başladım. Karşıma bir kitap çıktı… İnkılâb Yayınları’ndan çıkmış. Bu kitabın adı: Hz. Peygamber Devrinde Kadınların Süslenmesi. Yazarı ise Fatımatüz Zehra Kamacı.

Şimdi bu kitapta bu soruların cevapları var. Mesela Cahiliye döneminde kadınların süslenmesi anlatılmış. Sonra da Peygamberimiz (s.a.v.) döneminde kadınların süslenmesi anlatılmış. Hanımların süslenme hususunda terkedilen adetlerine değinilmiş. Nasıl süslenirmiş kadınlar, biraz kitabın arasında gezinip sizlere bu konuda bazı ipuçları verelim.

Şimdiki devirde ise kadınlarımız dışarda süslü, içerde paspal, pejmürde

Cahiliye devrinde yani İslâmiyet gelmeden önce kadınlar içerde ve dışarda süslülermiş. Süslenme anlayışları toplum içerisinde kendilerini beğendirmek, dikkat çekmek, mahrem-namahrem ayırt etmeden güzelliklerini teşhir etmek suretiyle giyinerek ve takıp takıştırarak hayat bulurmuş. Süslenmeleri teşhir ve herkese gösteriş yapmak temelliymiş. İslâmiyet’in hüküm sürmesiyle hanımların bu süslenme anlayışlarında bir takım değişmeler olmuş.

Peygamberimiz (s.a.v.) döneminde Kur’an ve sünnetle şekillenen hanım algısı çerçevesinde süslenme “mahrem” çizgisine çekilmiş. Müslüman hanımlar süslerini herkese teşhir etmekten vazgeçmişler. Ama süsten vazgeçmemişler. Müslüman hanımlar evlerinde eşlerine ve ailesine veya diğer hanımlara karşı süslü-püslü, dışarda ise örtülü ve sade görünür olmuşlar. Şimdiki devirde ise kadınlarımız dışarda süslü, içerde paspal, pejmürde. Böyle olunca da dışarda süslü hanımları görenler evlerindeki hanımı beğenmiyorlar. Aslında haklılar bir bakıma. Çünkü biz hanımlar neden dışarda süslenir ve evimizde pejmürde bir biçimde gezeriz ki. O halde kime ve neye süslendiğimiz konusunu iyice düşünmeli ve ona göre davranmalıyız. Önceliğimiz evimiz mi dışarı mı? Kıymetlimiz evimizdeki mi dışardakiler mi? (Bu çalışan hanımlar için belki farklılık arz edebilir, çünkü işleri gereği düzgün giyinmek zorunda hissedebilirler kendilerini ama süslü olmak zorundalar mı? Sade olamazlar mı? Bu da ayrı bir mevzu…)

Sürmeler renk renk ve kokuluymuş

Peygamberimiz döneminde hanımların kullandığı pek çok sürme çeşidi mevcutmuş. İsmid, sabir, hudad… Kitapta bu sürme çeşitleri tek tek ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor. Kadınların bu sürme çeşitlerini koydukları sürmedanlıklara “mükhüle” denirmiş. Sürmeyi erkekler de kullanırmış. Peygamberimiz (s.a.v.), sürmedanını yolculuklarında da yanından ayırmazmış. Ve her bir gözüne üçer kez sürme çekermiş. Hz. Âişe validemiz “mahâre” adı verilen sedeften yapılmış bir sürmedan kullanırmış. Hanımlar gözlerine sürmeyi özel bir çubukla çekerlermiş. Çubuğu sürmedana batırarak üzerinde kalan kısmı gözlerine sürerlermiş.

Bu sürmeler sadece siyah da değilmiş. Farklı renk ve malzemelerden oluşmaktaymış. Ve sürmeler süslenmenin yanı sıra göz sağlığı için de kullanılmaktaymış. Sürmenin matem süreci içinde kullanılması Peygamberimiz (s.a.v.)  tarafından hoş görülmemiş.

Peygamber Efendimiz’in yanına gelen bir hanım kız matem sürecinde olduğunu ama gözlerinden de rahatsızlandığını bu yüzden sürme çekip çekemeyeceğini sormuş. Peygamberimiz (s.a.v.) ona bile müsaade etmemiş. Matem sürecinde olan hanımlara sürmenin yasak olduğunu belirtmiştir. Bir başka rivayette ise matem sürecinde olan kadının gözünün rahatsızlanması üzerine sürmeyi müsaade etmiş ancak bir şartla: Geceleri sürmesini istemiştir Peygamberimiz (s.a.v.). Bir de renkli ve kokulu sürmeleri kadınlar gündüz dışarıda kullanmamışlar. Dışarıya çıkarken sade ve kokusuz sürmeler çekmişlerdir gözlerine…

Sürme kullanmayan kadınlara “merhâ” denilirmiş ve Peygamberimiz (s.a.v.) sürme kullanmayan kadınlar hakkında olumlu görüş serdetmezmiş.

Kokusu ve rengi hafif olan kokular kadınlara hasredilmiş

Cahiliye devrinde kadınlar dışarıya çıkarken erkeklerin dikkatini cezbedecek şekilde ağır ve keskin kokular sürünürlermiş. Günümüzün parfümleri gibi… O dönemlerde de kokular çeşit çeşitmiş… Amber, misk, halûk, safran, kâfur, buhur, galiye, zerîra, karanfil, reyhân, abî, zerneb, abîrin.

Bir de renkliymiş kokular. Zaten koku ayrı bir kültür o dönemde. Sürmelerinin içinde koku var. Saçlarını yıkadıkları ve tararken ıslattıkları suyun içinde koku var. Elbiselerinde de kokular var fakat bu kokular üzerine su serptiğinde yayılan cinsten kokular. Kokular da günümüzdeki gibi kadın-erkek kokuları olarak ayrılmış. Amber, buhur, kâfur, galiye ve zerîra genelde erkek kokularıymış. Halûk, safran da genelde hanımların kokularıymış. Ancak zaman zaman misk ve amberi kadınlar da koku olarak kullanmışlar. Kısacası o dönemde kokunun cinsinden ziyade, rengi ve rayihasına önem vermiş Resûlullah (s.a.v.).

Bu sebeple de Peygamberimiz İslamiyet’i tebliğ ettikten sonra kadınlar dışarı çıkarken rayihası başkaları tarafından duyulacak şekilde ağır koku sürmemişler. Kokusu ve rengi hafif olan kokular kadınlara hasredilmiş Peygamberimizce. Erkeklere ise camiye gelirken eşlerinin kokusundan dahi olsa sürmelerini ve güzel kokulu olarak gelmelerini istemiştir. Peygamberimiz (s.a.v.)’in evine gelerek koku satan hanımlar varmış. Bu hanımlardan bilinenlerden ikisi Havlâ ve Saîb b. Akrâ’nın annesi olan Müleyke es-Sekafiyye’ymiş.  Bunlar ticaret yapan hanımlar. Bunlara attare denilmekteymiş. Bu parfüm (koku) satan hanımlar bu kokuları yuvarlak, deri kaplı sepetler içine koyarak satarlarmış.

‘Esmercik’ diye hitap etmiş

Hz. Âişe, Peygamberimiz (s.a.v.)’le birlikte hac için Mekke’ye giderken alnına o dönemde bütün hanımların sürdüğü gibi “Sük” denilen bir koku sürmüş. Yolculuk sırasında sıcağın etkisi ile kokunun içindeki boya yüzüne akmış. Fondötene benzer bir koku olmalı ki yüze akınca esmerleştiriyor. Alnından akan bu boya Hz. Âişe validemizin yüzünü de esmerleştirmiş. Bu halini gören Peygamber Efendimiz, validemize “Esmercik!” diye hitap ederek takılmış, şaka yapmış ve yüzünün renginin güzel olduğunu söylemiş.

Saçlarını da boyarlarmış

Arap toplumunda kadınlar zeytinyağı, yasemin yağı (zambak) ve tennûme bitkisinin (chrozophora verbascifolia) yağından saçlarını güçlendirmek için kullanırlarmış. Bu yağlar altın, gümüş, fildişi gibi malzemelerden yapılan şişelerde saklanırmış. Peki, hanımlar saçlarını boyarlar mıydı? Evet, saçlarını da boyarlarmış. Çeşitli bitki ve ağaçlardan elde edilen boyalar olan kına, ketem, beşâm, vesme ve versî ile saçlarını boyarlarmış. Elde etmek istedikleri renge göre bu bitkisel boyaları birbirine karıştırarak veya karıştırmadan kullanırlarmış. Saçları da bu seçtikleri boyaya göre sarı, siyah veya kırmızı renk olurmuş. Hepsi bu kadar mı? Değil tabii… Saç modelleri, topuzlar, topuzları tutturdukları tokalar, o dönemdeki bayan kuaförleri, kadınların kilo sorunsalı, vücut bakımı, makyaj, peeling (evet peeling), diş bakımı ve bunlara benzer birbirinden farklı ve ilgi çekici pek bilgiler var bu kitabımızda…

Alın okuyun. Tavsiye ederim. Her biri ayrı ayrı güzellikte onlarca konu ve bilgi… Teşekkürler İnkılâb Yayınları… Emeğinize sağlık sayın Fatımatüz Zehra Kamacı Hanım…

YORUM EKLE
YORUMLAR
Rüzgar Yağız Yaldız
Rüzgar Yağız Yaldız - 3 yıl Önce

BENİM ANNEM İSPANYOL VE BEN BU ŞEYLERİ ÇOK SEVİYORUMM OKUMAKTANDA KEYİF ALIYORUM