Tek kutuplu bir dünyanın peşinde olan Batı, yüzlerce sene bu tek kutuplu dünyayı kurmak için uğraştı ve kabul etmeli ki bu yolda epey de mesafe aldı. Günümüz dünyasının aldığı hal, Batı’nın bu başarısını kanıtlar durumda. Mevcut durumda süper güç ABD, sorunlu gördüğü sahaya iniyor ve sahayı düzenliyor; bu duruma itiraz edecek kimse de yok. Ve nedense bu sorunlu sahalar, genellikle İslam coğrafyası oluyor. Onun dışında kalanlar, en fazla bölgesel güç olmakla yetinip pastadan kendisine pay kapmakla yetinmek zorunda.
Müslüman dünyanın son güçlü temsilcisi olan Osmanlının fiziki olarak tarihin dışına itilmesi, Batı’nın en büyük kazançlarından biri oldu. Müslüman dünya ile Batı arasında yüzlerce yıl devam eden çatışma, Batı lehine son buldu.
Osmanlıdan sonra dünya tek kutuplu oldu
Osmanlının yıkılışından sonra dünya, tek kutuplu oldu denebilir. Dünyanın tek kutuplu olmadığı söylense bile, Batı düşüncesinin karşısında alternatif olarak Müslümanların olmadığı kesin bir gerçek. Batı düşüncesinin -Elbette düşüncesini Yunanistan’dan, geleneğini Bizans’tan, ahlaki değerlerini Hıristiyanlıktan alan bir Batı’dan söz ediyoruz- karşısında bir alternatif kutup olduğu varsayılsa bile, bu alternatif yine Batı değerleriyle donanmış bir alternatif.
Batı’nın İslam korkusu sürüyor
Aslında Batı, Müslümanları bir güç olarak tarih sahnesinin dışına itmesinin yeterli olmadığının da farkında. Tarihi deneyimleri onlara, Müslümanların bir şekilde tekrar tarih sahnesine çıktığını anlatıyor çünkü. Bunun için de daha farklı ve daha etkili bir şey yapmaları gerektiğinin farkındalar. En başta, İslam’ı durdurmanın yolunun, onları iddiasından vazgeçirmek olduğunu biliyorlar. Bunun için de en az Osmanlıyı çökertmek kadar önemli sayılabilecek başka bir adımı da attılar: Hilafetin kaldırılması… Bu adımın ardından ortaya çıkan kargaşa döneminde, İslam’ın kodlarıyla oynamaya, İslam’ı iddiasından farklı şekilde göstermek için çabalamaya başladılar.
Birçok İslam “yorumu” var artık
Bu çabalar sonuç verdi denebilir. Şimdi ortada, birbirine benzemeyen birçok “İslam” yorumu var. Müslüman kavramı ise -bize zor gelse de dünyanın birçok yerindeki algının böyle olduğunu görmeliyiz- terörizmle anılan bir kavram haline getirildi.
Çağın sorunlarına kafa yoranlar, bu sorunların ancak Müslümanlar tarafından çözüleceğini söyleyenler de eksik olmadı hiçbir zaman. Asaf Hüseyin de bunlardan biri.
Tek suçlu Batı değil
Asaf Hüseyin, yaşanan sorunların faturasını hemen Batılılara kesme kolaycılığına sapmıyor. Ona göre hem dış hem de iç sorunlarla karşı karşıya Müslümanlar. Müslümanların hem kendi aralarında hem de İslam’ı anlama biçimlerinde sorunlar olduğunu söylüyor.
Bu sorunları Asaf Hüseyin, devlet-yönetim, bilgi, ahlak ve adalete dair sorunlar başlıkları altında toplar. Bunların dışında, devleti yönetenler ile halk arasındaki kopukluk ciddi bir sorundur ona göre ama devlete yönetici tayin etme konusu harici faktörlere bağlıdır bir yönüyle günümüzde. Müslümanlar, bunu da aşmak zorundadır zaman içinde.
İslami hareketler acımasızca durduruluyor
Makaleleri ve kendisiyle yapılan mülakatlardan oluşan İslami Uyanış Fikri adlı derleme kitapta Asaf Hüseyin, Osmanlı sonrasında Batı’nın İslami hareket anlamına gelecek her türlü organizasyonu acımasızca bastırdığını ve bunun da İslami hareketlerin gelişmesinde en ciddi engellerden biri olduğunu belirtir. Böylelikle Batı üç koldan İslam’ı kuşatmıştır: Hilafet kurumunun ortadan kaldırılmasını sağlayarak birlik ve beraberliği çökertmiş, kendi uydurdukları İslam anlayışını İslam ülkelerine ihraç etmiş ve nerede ciddi bir İslami hareketlenme görülse onları acımasızca bastırmıştır. Asaf Hüseyin bunu “… Herhangi bir İslami grubun siyasallaştığına ilişkin en küçük bir şüpheyi, grubun ezilmesi, yasaklanması, üyelerinin tutuklanması, hapsedilmesi, işkence ve infazlar izledi. Örnek vermek gerekirse, Mısır’da, Türkiye’de, Endonezya’da, devrim öncesi İran’da, Suriye’de, Tunus’ta bunlar yaşanmıştır. Yalnızca zengin ve fakir arasında ekonomik bir uçurum değil, aynı zamanda yöneticiler ve yönetilenler arasında dinî bir uçurumun olduğunu çok iyi bilen yönetici elitlerin hüküm sürdüğü bu ülkelerde devlet baskısı ve terörü had safhaya ulaşmıştır.” cümleleriyle net biçimde ifade eder. (İslami Uyanış Fikri, s.18) Bu cümleler bize, kendimize çok fazla haksızlık etmememiz gerektiğini de söyler aslında.
İran örneği
Batı’nın İslam’ı kontrol altında tutmak ve mümkünse içi boşaltılmış bir din haline getirmek için tüm bu yaptıkları, ani bir çıkışla bozulur. Bu çıkış, İran’daki İslami devrimdir. Söz konusu kitapta Asaf Hüseyin, İran’da bir İslami yönetimin ortaya çıkmasının değil, İslam’ın siyasi yeteneğinin tekrar gün yüzüne çıkmasının Batı’yı ürküttüğünü söyler. Bu çıkış, Müslümanlara tekrar eski günlerini hatırlatacak ve dünyaya hâkim olma fikrini yeniden verecektir. Bu, bir uyanıştır kısacası. Bastırılması gereken bir uyanış…
Çözüm önermeden olmaz
Asaf Hüseyin’i başka düşünürlerden ayıran en önemli özellik, onun sadece eleştirmekle yetinmeyip çözüm önerilerinde de bulunan biri olmasıdır. Zaman bazen onu haksız çıkarsa da o İslami bakış açısıyla sorunlara çözüm önermekten geri kalmaz. Üstelik bu öneriler, geçmiş zamanda belki bir derde deva olmuş ama günümüze bir şey söylemeyen nakillerden de ibaret değildir.
Bu aşamada Asaf Hüseyin -her ne kadar Batılı kavramları kullansa da- siyasal olarak, ahlaki olarak, ekonomik olarak ve yönetim tarzı olarak Batı’ya yaslanan çözüm arayışlarının başarılı olamayacağını söyler. Bunun da basit bir gerekçesi vardır: Onların sistemlerine dahil olduğun an onların hakimiyetleri altına girersin. Bunun için Müslümanlar kendilerine özgü çözümler üretmelidirler. Bunun adı demokrasi olsa bile mesela, Batı tipi bir demokrasi olmamalıdır bu. Bu demokrasi, Müslümanların kendilerini tam olarak ifade edebilecekleri ve karar sürecine mümkün olduğunca fazla katılımın olduğu bir demokrasi olmalıdır.
Batı’nın iyiliği iyilik midir?
Asaf Hüseyin, burada bir başka tuzağa daha dikkat çeker: Batı’nın Müslüman devletlere ‘iyilik ve yardım’ adı altında sistem ve değer ihraç etmesi… Ona göre Müslümanların deneyimleri, bu talebin samimi olmadığını anlamaya yetmelidir. Çünkü Batı, kendisini üstün görüp kendisini merkeze koyan bir dünyaya sahiptir. Başkaları ancak işe yaradıkları için vardırlar. Onları işe yarar halde tutmak için de her şey mubahtır. Yani başkalarını kandırmak, aldatmak Batı için utanılacak bir şey değil, bir kurnazlık, gemisini yürütmenin diğer adıdır.
İslami kavramları yeniden tanımlamak
Kitabın bütününe bakıldığında Asaf Hüseyin’in Batı dünyasını hem tanıdığı hem de iyice analiz ettiği görülür. Aslında Batı’yı herkes analiz ediyor. Önemli olan kendi içinde bulunduğun dünyayı ve imkanlarını görebilmendir. Bu noktada Asaf Hüseyin’in, koca bir İslam tarihini gözden geçirdiği gibi günümüz dünyasını da iyi tanıdığını görürüz. İlgi alanı Çeçenya’dan Pakistan’a kadar geniş bir coğrafyadır onun. Dolayısıyla, bu coğrafyayı ve bu coğrafyanın düşünce dünyasını da yakından tanımaktadır. Bu söylediklerimizi Asaf Hüseyin’in kendisine yöneltilen bir soru ve bu soruya verdiği yanıtla açıklamaya çalışalım: “Soru: İslam ümmetini yeniden ihya etmenin ve Müslümanlar arasında vahdeti sağlamanın şartları nelerdir?
Asaf Hüseyin: Esas itibariyle, İslam ümmetini yeniden ihya etmenin temel şartı, İslami kavramları yeniden tanımlamaktır. Bununla gerçekten öze dönücü, esaslı bir yeniden tanımlamayı kastediyorum. Geçmiş yüzyıllarda yapılmış bazı yorumlar/içtihatlar şu an itibariyle bir mana ifade etmemektedir, donmuştur.” (Age. S.51)
İslami Uyanış Fikri’ni, bir derleme olduğunu unutmadan okumak, Müslümanların geleceğine dair endişeleri olanlara farklı bakış açısı kazandıracaktır kuşkusuz.
Ahmet Serin