Göç ettiniz mi ya da büyüklerinizden göç hikâyesi dinlendiniz mi bilmem ama yaşadığımız bu şehadet âleminin en garip/güzel hallerinden biri olarak gelir bana hep göç. Belki de bir “göçek” torunu olmamdan mı kaynaklanıyor bu durum ama dinlediğim, duyduğum gözümün önünde cereyan eden her göç eylemine, hem sevinçle hem de hüzünle yaklaşmışımdır. Göç haddizatında bir saklanma ameliyesi, bir tür zahiren de olsa “geçmiş” olanı unutma ameliyesi. Dedim ya bizimkiler de bir “göçek” oldukları için, unutulan hikâyelerin zor anlarda yüze vurulduğu, suçlamaların havada uçuştuğu ortamlara kaderim nispetince şahit oldum.
O zamanlar için zor gelen bu şahit tutulmalara, şimdiden bakınca keyif üstüne keyifleniyorum. Şimdi düşünüyorum da kader acayip işler yapıyor, teslim olan, “İşittik ve itaat ettik!” diyen ise mutlak bir feraha eriyor nasibi kadar. Bizimkilerin öyküleri de bu “göçek”lerin öyküleri gibi karışık. Annemgiller bir âlem, babamgiller bambaşka bir âlem. Aslında iki düşman aile, bizler ise iki düşman ailenin “engellenememiş torunları”. Kaderin bir oyunu hayat işte, denilen cinsten bizimkisi…
Annem göçek kızı olduğu için
Bu hikâyeyi yeniden düşünmeme vesile olan annemin bir dinlenme sabahında “Arapça çay ne demek?”, “Arapça bardak ne demek?”, “Arapça yastık ne demek?”, “Arapça tabak ne demek?” soruları. Uyumaya çalışan benim için ardı arkası kesilmeyen, sebebini merak etmediğim bir sürü soru… Sonradan ağır bir eleştiri aldım: “Kalk bak, şu çocuk ne diyor? Anlamıyorum…” “Kimdir bu çocuk?” deyip merak ederek kapıya yöneldim. Kapıda 6-7 yaşlarında bir çocuk. “Selam”, deyişinden “güney”den geldiğini belli etti hemen. Selamına karşılık verdim; “Sen Suriyeli misin?” diye sordum hem de bunları onun lisanıyla yapınca yüzü güldü, aramızda bir kardeşlik bağı kuruldu bile. Bana güvendi, elimi uzattım sıkıca kavradı. “Nerde oturuyorsunuz?”, dedim eliyle işaret etti. Kalan hikâyeyi annem anlatmaya devam ediyordu: Savaştan dolayı buralara kadar gelmişler, devlet onlara bir miktar yardımda bulunmuş, babası bir iş yapıyormuş, bu velet en büyükleriymiş, bundan başka evlerinde dört tane daha küçük çocuk varmış… Uyku sersemliğinden Arapça bilmeyen annemin bunları nereden öğrendiğini soramadım bile. Çocuğun isteklerini yerine getirdik; sonra anneme hoşuna giden bir şey dedim: Anlat bakalım nedir bu hikâye? (Başıma gelecekleri önceden bildiğim için yeniden bir sürü hikaye dinlemeye kendimi hazırlamıştım zaten bu cümleyi söylerken!)
“Benim nenem”, diye söze başlayınca annemin heyecanını anladım. Bıraksam, çocukluktan beri dinlediğimiz aile hikâyemiz beni yine hükmü altına alacaktı ama bu sefer izin vermedim! “Ne yapmak istiyorsun anne?” diye sordum; ama bu sorunun karşılığının annem tarafından ben sormadan çok önce verildiğinden de adım gibi emindim… “Yardım”, dedi; “Ben zaten…” deyince güldüm. “Yapmışsın yapacağını niye bana uzun uzun anlatıyorsun?” dedim. Annem gidip Suriyeli ailenin evinde ne kadar eksik varsa tespit etmiş, meğer o "şu ne bu ne" demeleri de bu yüzdenmiş; sonra evden ve komşulardan ne ayarladıysa onları hazır hale getirip, benimle o ailenin evine götürmek istemiş. Mesele anlaşıldı. Annem göçek kızı olduğu için, Suriyeli aile kendi geçmiş arasında bir bağ buldu; dayanamam ağlarım diye de benden güç alıyor. “Peki, anne” dedim çaresiz.
Suriyeli aile evlerinde ilk misafirlerini ağırlamanın, bizim mahalleli kadınlar ise, yeni komşularını ziyaret etmenin tadını çıkardılar o gün
Bizim karşı komşumuz olan Suriyeli ailenin evine vardık bir mahalle dolusu kadınla. Annem en önde tarif ediyor yanında fakir, arkamızda da bir kadın ordusu. En elzem ihtiyaçlar o an karşılandı, maddi imkânlar zorlandı, herkes kendi hali kadar sofraya tuz ekledi. Suriyeli anne bize bir kahve yaptı, içince bu “habb el heeyl” olduğunu anladım ama bizim mahalleli kadınlar kahveyi pek yadırgadı. Dedim bu o bölgenin kahvesi, “kaküleli kahve” demek. Suriyeli aile evlerinde ilk misafirlerini ağırlamanın, bizim mahalleli kadınlar ise, yeni komşularını ziyaret etmenin tadını çıkardılar o gün.
Benim ailem bir göçek. Neredeyse Anadolu’nun her bölgesinde bulunmuşlar bir öteki olarak. Babam ile annem iki düşman ailenin evli çocukları. Annemgiller dedelerini, babadedelerimin hıncından kaybedince göç davulu onlar için mecburen çalınmış. İstanbullugiller olarak bilinen annemler yollarda geçen ömre bir şekilde razı olmuşlar. Babamgiller göçe sebep olmuşlar ama onlar da kader gereği göçek olmak zorunda kalmışlar. Baba nenem ana dili Makedonca dışında Balkan dillerini bildiği gibi Gürcüce, Kürtçe, Rumca, Ermenice bilirdi. Ermeni bir teyzenin okuduğu Ermenice sofra duası çocukluğumda nenemin sofrasının en keyifli anlarından biriydi.
Benim ailem de Suriyeli aile gibi göçek. Yerleşik hayata İnegöl’ün Kemalpaşa Mahallesi’nde şimdi Kavaklaraltı Mezarlığı’nın olduğu mevkide bir çadır içinde geçmişler. Türkçe bilmez ama Müslüman bir aile. Komşular el aman diyerek sahip çıkmışlar bizimkilere, zor günler geride kalmış, bize de Suriyeli aile ile bu hikâyeyi yeniden hatırlamak kalmış…
Zeki Dursun yazdı