Ancak verdiğindir gerçekte senin olan…

Gerçek anlamda sahip olduğumuz şey ya da şeyler nelerdir acaba? Ya da bir başka ifadeyle bizim sandığımız şeyler gerçekten bizim midir? Bu konuda ilahi fermana kulak vermekte fayda var. Cenab-ı Hakk Kalem Suresi 36-38. ayetlerde şöyle buyuruyor: “Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz? Yoksa elinizde, okuduğunuz bir kitabınız var da orada ‘seçip beğendiğiniz şeyler sizindir’ diye mi yazılı?”. Bu ayetlerde açıkça, hoşumuza giden ve sonrasında bir şekilde elde ettiğimizi sandığımız şeylerin bizim olduğunu vehmetmekle büyük bir hataya düştüğümüz vurgulanmaktadır. Biz gerçekten de bir şeyi çok arzu ederiz, bu arzuyu gerçekleştirmek için çaba harcarız ve doğru olan şeyleri yaparsak onu elde edebiliriz. Zaman, emek ve para harcayarak elde ettiğimiz o şeyin bize ait olmasından mutlu olur, hatta bazen abartılı bir tavır takınarak o şeyin üzerine titreriz. Mesela, güzel bir arabaya sahip olma hayali kurarız, onun için çalışıp çabalar nihayetinde onu elde ederiz. Ona gözümüz gibi bakar, üzerine titreriz. Ona gelecek ufak bir zararla yıkılırız. Daha sonra ise onu başkasına satar ve onunla olan sahiplik ilişkimizi sonlandırırız.

Peki, başkalarına devredebildiğimiz eşyanın gerçek sahibi olduğumuzu iddia edebilir miyiz? Şayet bunlara gerçekten sahip olduğumuzu söyleyebiliyorsak o zaman nasıl oluyor da onları devredebiliyoruz? Bunlara dair sahipliğimiz nispî bir sahipliktir esasında. Yani bu mallar bize nispet edilmeleri itibarıyla bizimdir. Onları elimizden çıkardığımızda ve nispet edildikleri kişi değiştiğinde bizim onlarla kurduğumuz sahiplik ilişkisi de biter. Aslında onun sahibi değil emanetçisi olmuşuzdur ama kendimizi onun sahibi gibi görme yanılgısına düşmüşüzdür.

Sahibi olduğumuzu sandığımız emanetleri üç şekilde; ya satarak ya miras bırakarak ya da hibe ederek devrederiz. Satışla devrettiğimizde elde ettiğimiz maddi kazanç da aynı akıbete mahkumdur. Yani ona sahipliğimiz de nispidir ve bir başka şeyi satın almak için onları da başkasına devrederiz. Esasında sahip olduğumuzu sandığımız şey de onu satarak elde ettiğimiz maddi kazanç da hiçbir zaman gerçek anlamda bize nispet edilemez. İkinci seçenek olan miras ile devretme ise ölümle eşzamanlı gerçekleşir. Ölüm gerçeğiyle yüzleştiğimizde bizim sandığımız her şey geride kalır ve bizi yarı yolda bırakır. Hani onların gerçek sahibi bizdik? Bizim olan niye bizden ayrı düşer ve bize refakat etmez?

Malın mülkün, ölüm sonrası bize yoldaş olması ancak üçüncü seçenekle mümkün hale gelebilir. İnfakla devrettiğimiz maddi birikimimiz gerçek bir sahiplik ilişkisine gebedir. Yani mal mülk üzerinden yaptığımız güzel işler ebedi alemde bize yarenlik edecek derecede sahipliğe konu olurlar. Burada Hz. Peygamber ile ilişkili olarak nakledilen şu rivayet oldukça manidardır: Bir kurban kesilmiştir. Peygamber Efendimiz eve geldiğinde Hz. Aişe annemize: “Kurbandan ne kaldı?” diye sorar. Hz. Aişe annemiz ise “Sadece kürek kemiği kaldı.” cevabını verir. Bunun üzerine Peygamberimiz üzerine düşünmemiz gereken şu manidar cevabı verir: “Desene (ey Âişe); bir kürek kemiği hâriç hepsi bizim oldu!”[1]

Gerçek anlamda bizim diyebileceklerimiz ölüm sonrasında da bize yarenlik edebilecek şekilde ünsiyet kurabildiklerimizdir. Öyleyse nedir onlar? Bize ait olan inanç, duygu ve değerlerimiz (kalb-i selim)[2] ile güzel amellerimizdir (salih ameller).[3] Biz ancak bunlarla gerçek bir sahiplik ilişkisi kurarız. Bu nedenle ölüm vaki olduğunda mal mülk hepsini geride bırakırız ve bunlarla yola devam ederiz.

Netice itibarıyla şunu söyleyebiliriz ki almak, kazanmak değil; vermek gerçek bir sahiplik ilişkisi doğurur. İnfak ettiğimizde verdiğimiz şeyle sahiplik ilişkisini sonlandırmıyoruz; tam aksine onunla aramızda kopmaz, sarsılmaz bir bağ kurmuş oluyoruz. İnfak edince eksilmiyoruz, tam tersine tamamlıyoruz ve tamamlanıyoruz.  

DİPNOTLAR:

[1] Tirmizî, Kıyâme, 33

[2] Şuara Suresi, 89

[3] Asr Suresi, 3

YORUM EKLE