Bana okumaktan gına gelmedi değil, başkaları da benimle bunu paylaşır mı bilmem; “bizde bu işler böyle oluyor” nevinden şikâyet cümleleri artık o ifade tarzındaki müphem aristokrat-kibirli havadan mıdır yoksa sürekli bir şeylerden yakınan fakat çözüme dair iki çift laf etmeye üşenen meşrebin bıktırıcılığından mıdır bilmem, sabrımı şuraya kadar getirmiş bulunuyor. Gelin görün ki son bir kez daha davranıp o cümleyi telaffuz edeceğim: Bizde sempozyumlar niye böyle oluyor?
Böyle; yani donuk bilgi aktarım seansları. O arada lâfa girişeyim. Geçtiğimiz Cumartesi-Pazar günleri Üsküdar'da, Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezi’nde Ömer Nasuhi Bilmen adına bir sempozyum tertip edildi. Çocukluğumdan beri duyduğum bu munis çehreli âlimin adı zaten gidip ona dair anlatılanları dinlemem için kâfiydi ancak başıma gelecekleri de az çok kestirebiliyordum. Filan tarihte şuraya gitti, şunu yazdı ve şurada yayınladı türünden donuk ve tutuk bilgileri konuşmacılar aktaracak, biz de herhangi bir çocuk masalını dinlerken harcadığımız zihin eforundan daha fazlasını harcamadan dinleyecektik.
Konuşmacılar sürekli Ömer Nasuhi Bilmen’in büyüklüğü ve eserlerinin azametine dair ifadelerde bulundular; ancak niye öyle olduğunu anlatır bir analitik cümle duymak için ikiden fazla kulağa ihtiyacınız vardı. Yani Ömer Nasuhi Bilmen’in neyi neden ve nasıl yaptığı, icraatının tarihsel olarak oturduğu mecra ve beslendiği kaynaklarla aralarındaki tetabuk/tenakuzlar, yaklaşımının orijinalliği üzerine zihin açıcı bir konferans dizgesi değildi dinlediklerimiz, sempozyum denen olgudan beklendiği üzere. Ömer Nasuhi Bilmen’e dair hikâyat naklettiler, dinledik.
“Evladım, Anadolu’nun Allah diyen insana ihtiyacı var”
Yalnızca en meşhur kitabı “Büyük İslam İlmihâli”yle değil, başka eserleriyle de kendisini tanı/ma/mış birçok insana hocalık eden Ömer Nasuhi Bilmen, 10 Ocak 1883’te Erzurum’da dünyaya gelmiş. Babası ulemadan Hacı Ahmet Hamdi Efendi’yi çocuk yaşta kaybetmesinin hüznünü uzun hayatı boyunca dile getirmiş hoca efendi. Hatta hoca efendinin vefatından dört sene sonra yayınlanabilen “İki Şukufe-i Taaşşuk” nam romanında da bu hüzne dair izler varmış.
Bilmen’in amcası Abdürrezzak İlmî Efendi Erzurum nakibü’l-eşraf kaymakamı. (Nakibü’l-eşraflık hakkında bilgi için tıklayın.) Dolayısıyla Bilmen bir seyyid. Kendisinin şeyhülislamlığa arz ettiği terceme-i hâlinde de “sülale-i tahireden” olduğu kaydı düşülmüş. Yine de sempozyumun ilk oturumunda bize bu bilgileri veren Ayhan Işık, “hem kitapları hem de makalelerine baktığımızda hiçbirinin imzasında Ömer Nasuhi Bilmen’in bu mahlasını kullanmadığını” söylüyor.
Bilmen, ilk tahsilini amcası Abdürrezzak Efendi’den görüyor ve Taftazanî’ye kadar dizi dibinde okuyor amcasının. Hüseyin Hâkî Efendi de bir başka ilk hoca onun için. Bu iki âlimin birbirlerine yakın zamanlarda vefat etmeleri üzerine de hoca efendiye İstanbul yolu gözükmüş zaten; Erzurum’da âlimlerin, hayatının ne kadarını doldurduğunu göstermesi zaviyesinden mühim bir alamet olsa gerek bu. Fatih dersiamlarından Tokatlı Şakir Efendi’den icazet aldıktan sonra Medresetü’l-Kudat’a girerek buradan da birincilikle mezun olmuş ve ardından da Fatih dersiamlığına tayin edilmiş.
Medresetü’l-Vaizin, Darüşşafaka Lisesi, İstanbul İmam Hatip Lisesi ve İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nde siretü’n-nebi, usul-ü fıkıh, kelam ve ahlak talimi derken uzun yıllar hocalık hayatını sürdürmüş Bilmen; ancak burada talebeyle olan dikkat çekici bir de ilişkisi var. Ömer Nasuhi Efendi’nin 60 yıllık öğretim vetiresi boyunca hiçbir öğrenciyi sınıfta bırakmadığı, hatta hiçbirine zayıf not vermediği söylenirmiş. Talebelerince de şahadetle nakledilen bu durum eleştiri konusu olup hoca efendiye sorulduğunda kendisi şöyle cevap verirmiş: “Evladım, Anadolu’nun Allah diyen insana ihtiyacı var.”
Şiir kaleme alacak derecede Arapça-Farsça ve tercüme yapacak kadar da Fransızca bilen Ömer Nasuhi Efendi, erken cumhuriyet devrinden sonraları dergi ve gazetelerde de mümkün oldukça makaleler kaleme almış, beyanatlar vermiş. Ayhan hoca, Bilmen’in neşredilmiş makale sayısını ortalama 110 olarak veriyor.
Niye olduğunu tahmin zor olmasa gerek, Ömer Nasuhi Bilmen yaşadığı dönemin sancılı ve netameli politik gündemine müdahil olmazmış. Ancak Kur’an’ın Türkçe okunması, Latin harfleriyle yazılması, ezanın Türkçeleştirilmesi gibi meselelere de ikaz mahiyetinde fetvalar vermekten geri durmamış. Erken cumhuriyet devrinde hâlâ muhkem bir kale gibi duran dinin ana damarına karşı Protestanlaştırma çabası olan “dinde reform” tartışmasına “bozulmayan dinde reform mu olur!” diyerek karşı dururmuş.
Yaşı seksenleri bulduğunda büyük eserler vermiş
Zaten bir nevi isteksizce kabul ettiği Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan ayrıldıktan sonra kendini tamamen ilmî gayretlere teksif eden Bilmen, yaşı seksenleri bulduğunda büyük eserlerini kazandırmış milletimize. En çok bilinen muhalled eseri “Hukuk-ı İslamiye ve Istılahat-ı Fıkhiye Kamusu” -hem de oldukça zor bir dönemde- İstanbul Hukuk Fakültesi tarafından yayınlanmış. Hem de üniversitenin rektörü ve fakültenin dekanının cesurane takrizleriyle. Rektör Sıddık Sami Onar, “hak ve adaletin en büyük kaynaklarından olan İslam hukukunun asırlarca en medenî devletlerin ihtiyaçlarına cevap verdiği hâlde” bugün için mukayeseli hukuk sahasında layık olduğu yeri alamadığını belirtmiş ve eklemiş: “Bugün İslam hukuku esaslarının ortaya konması, bunların ehemmiyet ve kıymetlerinin dünya hukuk âlemi ve ilmi içinde belirtilmesi bu ilmin inkişafı bakımından büyük bir hizmet olacaktır. Çünkü (….) bu tetkikler bir taraftan bu hukukun ehemmiyetini meydana koyacak, bir taraftan da birçok eserlerle cemiyetin en adil hareket kaidelerini bulmaya yardım edecektir.”
Bu cemiyet vurgusu, sempozyumda konuşan Fethi Gedikli hocaya göre bugün için dahi söylenmesi her hukukçu tarafından kolay karşılanmayacak bir ibare. Dekan Hüseyin Nail Kubalı da İslam hukukunun sürekliliği ve tarihî devamlılığını vurguladığı yazısında “bu açıdan bakınca” demiş, “bizim tarihimizin başka milletlerin tarihinde rastlanmayan çok dikkate değer bir vasıf taşıdığı görülür. Bilhassa Atatürk inkılabıyla tarihimizin seyrinde vukua gelen bariz değişiklik ve tarihî devamlılığımızda hasıl olan sarsıntı, düşündürücü bir keyfiyettir.”
Sadullah Yıldız rahmetle yâd etti