Anadolu Yollarında Bir Kurban Bayramı
7 Aralık Pazar Arefe Günü
Saat 15:00'de vakıftan iki ayrı araçla Balıkesir'in Gönen ilçesindeki hayvan çiftliğine doğru yol alıyoruz. Yollar açık ve vakıftan çıktığımızdan beri yolculuğumuza yağmur eşlik ediyor. Bursa'da mola veriyoruz. Yatsı namazını Orhangazi'de Merkez Camii'nde kılıp yolumuza devam ediyoruz.
İstanbul'dan uzaklaştıkça havanın sıcaklığı giderek düşüyor ve saat 20:00'de Balıkesir'deyiz. Vakfın yurt içinde keseceği kurbanlıkların bulunduğu çiftliğin yanındaki tek katlı ve oldukça geniş, bahçesinde gül fidanları olan çiftlik evine adımımızı atıyoruz.
Dinlenme ve bayramın ilk iki günü yapacağımız çalışmalar için hazırlıklarımızı yapmaya koyuluyoruz.
8 Aralık Pazartesi 1.Gün
Sabah erkenden kalkıp Bayram namazını civar köylerden birinde küçük bir camide edâ ediyoruz. Buradaki insanlar Ege şivesini çok fazla kullanmasalar da yine de yer yer konuşmalarından Egeli olduklarını anlayabiliyorsunuz. Camii çıkışında cemaatle bayramlaşıp birkaç kilometre ötedeki kurban kesim yerine geri dönüyoruz.
Kurbanlık hayvanlar tekbirlerle kesildikten sonra taksimleri yapılıp poşetlere konulmadan önce, soğuk odalarda bekletiliyor ve akabinde dağıtıma hazır hale getirilip kasalarla araçlara yükleniyor.
Birinci gün araçların bir kısmı akşam üzeri yola çıktılar ve bizler de 2. gün çalışmaları için çiftlik evine doğru geri dönüyoruz. Çiftliği vakıftan arkadaşlarla akşam olmadan gezmek istiyoruz. Gürültüden ve puslu havalardan uzak bir yürüyüş oluyor bizim için. Akşam gökyüzü açık ve havada ayaz var, ay o kadar parlak ki ışığı yolumuzu aydınlatıyor.
9 Aralık Salı 2.Gün
Öğle vakti hava sıcaklığı artıyor, güneş pırıl pırıl bir gökyüzünde ve istikametini takip ediyor…
Kurbanların kesimhâneye gelişinden, kesim işlemlerinin yapılmasına ve etlerin araçlara istif edilmesine kadar fotoğraf çekimine devam ediyorum.
Saat:23:30
On bir ile gitmek üzere olan kamyona görev kağıtlarını alıp biniyorum. Uzun ve yorucu bir yolculuk olacağından şoförle tanışıp muhabbete koyuluyorum. Şoför Mahmut abi soruyor hangi illere gideceğiz? Sırayla sayıyorum: Bilecik, Eskişehir, Ankara, Sivas, Erzincan, Erzurum, Gümüşhane, Bayburt, Ağrı, Kars Bingöl ve Muş.
10 Aralık Çarşamba 3.Gün
Gece saat 04:00'de Bilecik'in etlerini teslim edip tekrar yolumuza koyuluyoruz. Araçta hâlâ üç bin aileye verilmek üzere poşetlenmiş etlerin bulunması ve zamanında teslim edilmesi gerektiği için biraz düşünceliyim, acaba yetişir mi diye…
Saat: 06:30
Ankara yolu üzerinde bir dinlenme tesisinde mola veriyoruz. Yollar buzlu ve her yeri kırağı tutmuş. Şoförle hangi yol üzerinden gideceğimizi kararlaştırıp tekrar yola devam ediyoruz. Samsun-Çankırı yolundan sonra Yozgat'a, oradan Sivas'a, yamaçları ve virajları çokça olan yollardan geçerek Erzincan'a doğru ilerlemekteyiz. Kızıldağ ve Sakaltutan geçitlerinden geçip şehre varmamız gerekiyor ama yollar kar ve buzlarla kaplı. Yükseliklik 2160 metre. Kaptan sigara üstüne sigara yakıyor…
Kızıldağ Geçidi'ini zar zor aşıp yavaş yavaş gidiyoruz ve bir aksilik olmaması için dua ediyoruz...
Saat. 22:15
Sakaltutan Geçidi'nin yüksekliği 2190 metre. Yokuşu aştıktan sonra nihayet dağın tam tepe noktasındayız ve yolda bizden başka hiçbir araç görünmüyor. Şimdi sıra inişte. “Asıl işin zor kısmı şimdi başlıyor” diyor kaptan. Yokuş aşağı biraz ilerledikten sonra yol kenarında birkaç aracın arıza yaptığını görüyoruz, buz üzerinde yokuş aşağı ilerlediğimiz için haliyle yardım etmek için duramıyoruz.
Bir saat sonra Köroğlu derelerinden geçerek şehre varıyoruz. Erzincan'a girişimizde şehrin ışıkları bize göz kırpıyor. İlk defa bir şehre böyle farklı duygularla giriş yapıyorum. Öyle ki; kilometrelerce uzunluğunda dümdüz bir yol ve sanki başka bir mevsim hakim bu şehre…
Dört tarafı dağlarlarla çevrili geniş bir ova içinde kurulmuş tarihi bir şehir. Kar birden ardımızda kalıyor, yollar tertemiz ve şehre yaklaştıkça ışıklar daha bir netleşiyor gecenin karanlığında...
Kaptanımız Erzincanlı olduğu için memleketine gelmekten mütevellit neşe içinde. İki yıldır uğrayamamış, başlıyor Erzincan'ı övmeye. Övülecek kadar düzenli ve güzel bir şehir açıkçası, kendi deyimiyle Türkiye'nin Parisi…
Erzincan'da İHH temsilcisi olan arkadaşlarla haberleşip buluşuyoruz. Gümüşhane ve Tunceli'nin etlerini de kasalarla yere indirip saydıktan sonra işin bitiminde misafir etmek istiyorlar bizi.
Tunceli ve Gümüşhane'ye yol şartları gereği uğrayamadığımız için geç kalmak istemediğimizi söylüyorum. İlk önce çay ikram edip kısa bir tanışma faslından sonra imzaları tamamlayıp konaklamak için Mahmut abiye sözümüzün olduğunu, onun evinde kalacağımızı söylüyorum kendilerine. Selamlaşıp ayrılıyoruz oradan.
Sıcak sobalı bir evde insan hele yorgunsa kendini şanslı hissediyor. Yemek yedikten sonra uyumak için hazırlıklar yapılıyor. Döşekler, yorganlar getiriliyor ve kapılar kapanıyor... Yarını düşünemeye fırsat kalmadan uykuya dalıyoruz…
Sabahın erken saatlerinde kalkıp yola devam ediyoruz.
Mahmut ağabeyin eniştesi bize şehrin tarihini anlatıyor il sınırını geçene kadar. Fırat nehrinin dağların arasından aheste aheste akışını seyrederek ilerliyoruz. Köprüköy'e yaklaştıkça suyun akışı ve eğimi değiştiği için güneşin de etkisiyle yükselen buharlarla kendimi başka bir zamanda hisseder gibi oluyorum.
Yolculuğumuz boyunca Fırat'ın akışını, rengini hatırımdan düşürmüyorum.
Aşkale'ye varmadan Erzurum-Bayburt sınırında Bayburt'un etlerini teslim edip yolumuza devam ediyoruz.
Erzurum'dayız. Hava sıcaklığı -18 derece. Çifte Minare ve Erzurum Kalesi isli duvarlarıyla şehrin tam ortasında tarihin eskitemediği iki kadim dost gibi durmaktalar karşılıklı. Burada vakfın gönüllüleriyle tanışıp kucaklaştıktan sonra, ihtiyaç sahiplerine dağıtılması için vermemiz gereken miktarda etleri teslim edip Horasan'a doğru yol alıyoruz.
Saat: 14:30
Horasan'da Kars ilinin etlerini gelen arkadaşlara teslim edip öğle yemeği için bir lokantaya giriyoruz. Yol tayinimizi yaparak Ağrı'ya doğru ilerliyoruz. Ağrı'nın aracı bizi karşılıyor ve diğer illerde olduğu gibi bizi misafir etmek istiyorlar ama hâlâ varılacak iki şehir ve yüzlerce insan var.
Saat: 21:50
Erzurum'un sınır ilçesi olan Hınıs'tayız. Öner Bey karşılıyor bizi. Buradaki yoksul ailelere dağıtılması için ayrılan etleri teslim ediyor ve kısa bir mola veriyoruz. Muş ile Bingöl vilayetleri kaldı geriye. Muş'un Varto ilçesinden şehrin merkezine az bir mesafe kala Bingöl temsilcisi Muhittin abi fazla geç kalmayalım diye yol ayrımında aracıyla bizi karşılıyor. Eski Kurban Bayramlarından ve faaliyetlerden söz açılıyor selamlaştıktan sonra. İstanbul'a ve vakıftaki herkese bol bol selam etmemizi tembihledikten sonra Muş'a çok geç olmadan ulaşmak için tekrar yola koyuluyoruz.
Saat: 22:30
Doğu Ekspresi tren yolunu paralel geçtikten sonra Muş'tayız. Havada keskin bir soğuk var, gökyüzü açık. Yıldızları ve ayın parlaklığını İstanbul'da böylesine görmek imkansız gibi. Bizi karşılayan temsilcimiz kalacağımız yeri gösteriyor ve etleri soğuk bir ambara istif ediyoruz teker teker.
Kalacağımız yere doğru uykulu gözlerle giderken aklıma İstanbul'a nasıl döneceğim geliyor. Sabah erkenden uçak biletini almalı deyip etleri dağıtmanın huzuruyla istirahate çekiliyoruz.
11 Aralık Cuma 4.Gün
Saat: 08:15
Önceden tespiti yapılmış adreslere etlerin dağıtımına yardımcı olmak ve fotoğraflamak için gönüllü arkadaşlarla köylere doğru hareket ediyoruz. Burada çocuklar hariç neredeyse kimse Türkçe konuşmuyor, her gittiğimiz evde Kürtçe karşılanıyoruz. Yaşlı teyzeler, amcalar, evin yetişkinleri “hudeşte razibe” cümlesini eksik etmiyorlar ağızlarından. Yanımdaki gönüllü arkadaşa soruyorum Türkçesi nedir söylediğinin? "Allah Razı olsun, var olun" demekmiş.
Muş'ta çocuklar meraklı gözlerle bakıyorlar bizlere. Burada çocuk olmak diğer şehirlerde çocuk olmaktan daha farklı sanki. Neredeyse hepsinin ayağı çıplak, yalınayak karların üstünde sokakta, bahçede öylece koşuşuyorlar. Bir çocuğun alnında bayramın son günü olmasına rağmen kan izleri var parmak izleri şeklinde. ("Çıplak ayaklı bayram sevinci" resmi)
Başka bir evin kapısına geldiğimizde temsilci arkadaş içeride felçli bir dedenin olduğunu söylüyor. İçeri buyur ediliyoruz ve ev hanesine selam verip felçli dedenin elini öpüp, gözlerindeki parlaklığı temaşa ederek izin isteyip evden çıkıyoruz. 60'a yakın evi ziyaret ettikten sonra İstanbul uçağına yetişmek için temsilci arkadaş, bana Muş havalimanına kadar eşlik ediyor. Helalleşip ayrılıyoruz.
Hayatımda ilk kez uçağa bineceğim ve bu ilk binişim aktarmalı bir tarifeyle gerçekleşecek. Önce Ankara'ya oradan da THY'nin uçağıyla İstanbul'a. 400 km/h ile kalkış yapan uçak 10 saniye sonra havalanıyor. Kara yolu ile yolculuk ettiğimiz her yer gittikçe küçülüyor ve bir çizgi haline dönüşüveriyor. Seyhan Barajı, dağların karlı tepeleri ve uçağın sağa sola kavisleri adrenalimi yükseltmekte gecikmiyor. Ankara üzerine gelince şehrin birbiri ardına inşaa edilen yapıları, iç içe geçmiş ev ve yollarını nefes alamayan bir canlıya benzetiyorum.
Hafif bir şekilde piste iniş yapıyoruz. İstanbul uçağının kalkmasına 15 dakika olduğunu öğreniyorum geniş bir ekrandan. Sırada beklerken onca yolu kat etmenin ve binlerce insana ulaşabilmenin verdiği birikimle hamd ediyorum.
Gidilmedikçe ve geri dönmedikçe hiçbir uzak mesafe anlam kazanmıyor, bunu iyice anlıyorum.
Yasin Onat, anlamlı bir bayramı paylaştı.