Amelsiz selamet davası batıl kalpten gelir

Evet, bütün eser ve kazanç kalb vasıtasıyladır ve mücerret surî amellerden ve resmî ibadetlerden bir şey beklenemez.

Allah, bize, kendisinden gayrı her şeyden kaçmak ve yalnız kendi kudsi canibine yönelmek nimetini ihsan buyursun; bütün beşeriyetin Efendisi yüzü suyu hürmetine…

Evet, bütün kâr kalb yoluyladır ve o, Allah’tan gayrısıyla meşgul ve başka şeylerle giriftar oldukça haraptır. Sadece dış plana bağlı ameller ve ibadetler hiçbir kapıyı açmaz. Allah’ın masivasına -dış âlemine- bağlanmaktan kalbe selamet gelmeli... Ve bunun için buna taallûk eden iyi amellere -ki şeriat onların kadrosudur- bağlanmak zevk ve teşebbüsü doğmalıdır ki maksat yerine gelsin..Amelsiz selamet davası da bâtıl kalpten gelir. Allah bizi kötü zan ve itikatlardan korusun... Allah Sevgilisine sonsuz salat ve selam...

Mektubat Cilt 1, Mektup 39’dan

Nefs-i Emmare

İnsanda (Nefs-i Emmare) ilk haliyle, daima mevki ve riyaset davasında ve benzerlerinden üstün olmak himmet ve gayretindedir. Her ân istediği şeyse, bütün mahlûkların kendisine muhtaç olması ve emirleriyle yasaklarına baş kesmesidir. O, kendisinin hiç kimseye muhtaç ve müftakir olmasını kabul etmez. Bu, ulûhiyet davasından başka bir şey değildir ve Allah’la şeriklik iddiasıdır. Hatta (emmarelik) vasfındaki nefs -ki bütün saadetlerden uzaktır- Allah’la şirketi bile kabul etmez. Onun da hâkimi olmak; var ve yok ne varsa kendisinin mahkûmu görmek ister. Bundan dolayıdır ki Allah düşmanı nefse, en haris olduğu mevki ve riyaset yolunda imdat ederek kuvvet vermek, kendi kendisini mahv ve izmihlale atmaktır.

Allah'ın lanet ve buğz hedefi olan dünya, nefsi beslemekte ve alabildiğine hırs yolunda koşturmakta birebirdir.

Fakr, Peygamberler Peygamberinin fakrıdır. İyice anlaşılması gereken bu fakr ise nefsin nâmurat olması, dileklerinden hiçbirine erememesinden başka bir şey değildir.

Peygamberler Peygamberinin fakrı, nefsin acze ulaştırılmasıdır. Zaten nebilerin gönderilmesinde ve insanların Şeriatla mükellef tutulmasındaki hikmet, nefsin taciz ve tahribidir. Şeriatlar, nefs, hevâ ve hevesinin def'i içindir. İnsan şeriata bağlandığı nispette nefsaniyetten uzaklaşır ve şeriata olan alâkasının kemâli kadar nefsi zevale uğratır.

Şunu da bilmek lazım gelir ki şeriata uygun olmayan ve sözde nefsin kırılmasını gaye edinen bazı mücahede ve riyazetler, nefsi kırmak yerine kuvvetlendirir. Şeriat, o ince sırlar manzumesidir ki hiçbir şey ona mutabık olmadıkça aslî gayesini bulamaz. Nitekim birtakım Hintliler riyazet ve mücahedede hiç kusur etmezler; fakat nefslerinin kuvvetlenmesinden başka da hiçbir şey elde edemezler.

Mesela, zekât olarak bir dirhem vermek, kendi nefs ve arzusuyla bin altın vermekten üstündür ve nefsi tahripte faydalıdır. Zira onu emreden, insanın kalbi değil, şeriattır. Ve bayram günü şeriat emriyle yemek, yemek yıllarca nafile orucu tutmaktan menfaatlidir. Ve yerine getirmek emeliyle iki rekât sabah namazını cemaatle kılmak, bir yıl nafile namazdan faziletlidir.

Her şeyden evvel bu müthiş illetin şifaya kavuşturulması fikri, nefs ebedi ölüme varıncaya kadar zaruridir. Tevhid kelimesi, nefsin temizlenmesi ve Hakka baş kesmesi için gelmiştir. Bütün büyükler nefsi kırmak mevzuunda hep bu kelimeden faydalandılar. Nefsin her serkeşliğinde “Tevhid Kelimesi”ne sarılarak imanı tazelemek lazımdır. Bu hususta Peygamberler Peygamberinin açık bir emirleri de vardır: “İmanınızı, Allah’tan başka Allah yoktur diyerek yenileyiniz!”

Tevhid Kelimesinin boyuna tekrarı, nefsi bağ üstüne bağla bağlar. Yine hadiste buyurulmuştur ki: “Arzı ve semaları bir kefeye, Tevhid Kelimesini de bir kefeye koysalar, o kelimenin bulunduğu kefe ağır gelir.”

Mektubat Cilt 1, Mektup 52’den

İslâmî Hareket Aylık gazete, 1 Ağustos 1978

İmam-ı Rabbani, Mektubat

Sadeleştiren Necip Fazıl