İki dağın arasını kendisine yurt edinen Amasya, sırtını dağa yaslamanın verdiği güvenceyle asırlar boyu Osmanlı sultanı adaylarını misafir etmenin bahtiyarlığını hâlâ yaşıyor. Şehri ikiye bölen Yeşilırmak, bu bahtiyarlığın neş’esiyle dört mevsim heyecanını sürdürerek Anadolu’yu baştanbaşa dolaşmanın imkânını arıyor. Irmak boyunca uzanan klasik Türk evleri, aslında, apartman boşlukları ve bizi gökyüzünden alıkoyan devasa beton yığınları arasında sıkışıp kalan ruhumuzu bu bataklıktan nasıl kurtaracağımızın ipuçlarını veriyor. Tabiat ve tarihin ortak bir zeminde buluşarak bize şehircilik tarihinin en güzel örneklerinden birisini sunan Amasya, Ferhat ile Şirin’in niçin bu yörede yetiştiğinin cevabı belki de.
Şehir bir uçtan bir uca medreseler, camiler, bedestenler, hamamlar tarafından fethedilmiş vaziyette. Evliya Çelebi’nin, “duası kabul olunan cami” diye bahsettiği sırra Amasya’da vâkıf olmanız yüksek bir ihtimal. Şehre hangi açıdan bakarsanız bakın, bütün yollar sizi bir rüyanın kucağına bırakıp kulağınıza, cenneti bu dünyada inşa etmek gerektiğini fısıldıyor. Amasya her yönüyle fani âlemden ebedi diyarlara bir geçiş. Burada yapılan her eser, bir dünya görüşünün yansıması; taş u toprağa hayat verip doğaya boyun eğerek bir ilhamın izini sürmenin ilahi boyutları. Döneminin en ünlü tıp merkezlerinden olan Sabuncuoğlu Bimarhanesi, insanlara şifa verilecek mekânın sadece bir binadan ibaret olmadığını bize öğretiyor. Hasta bir insanın bu bimarhanenin taç kapısını izleyerek, taşı bile Allah’la buluşturan zihniyetin kendisini derhal iyileştireceği hissine kapılması eski Amasya’daki gündelik hayatın izlerini günümüze kadar ulaştırıyor.