MİMDER’in düzenlediği “7 Güzel Adam 7 Güzel Hafta”nın ikincisi için genç arkadaşlarımızla bu kez Şehzadebaşı Camii’nde buluştuk. İkindi vaktiydi. Camide mukabele takip etmeye gelenlerle birlikte saf tutup ikindi namazımızı eda ettik önce. Sonra da bu hafta okumak üzere sözleştiğimiz kitabımız ‘Diriliş Neslinin Amentüsü’nü değerlendirmek üzere daha önceden iftar rezervasyonu da yaptırmış olduğumuz, -adını vermeyelim ama- o çevrede özellikle İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin uğrak yeri olan meşhur bir pideciye geçtik.
7 Güzel Hafta’ya Cahit Zarifoğlu ile başlamıştık, Sezai Karakoç ile devam ettik. Afişimizde belirttiğimiz gibi Üstad’ı Ramazan dolayısıyla daha geç saatlerde müsait olacağı için ziyaret edemedik. Ama Ramazan’dan sonra niyetimizi geciktirmeden gerçekleştirmek ümidindeyiz.
Kitabın sayfaları arasında dolaşırken “dirilişin bir amentü işi olduğunu” hissetmiştim, bir iman ediş meselesi, yürek harcı olduğunu… Abdulaziz Tantik de kitaba dair birkaç şey kelam etti. 7 Güzel Adam’ın en temel özelliğinin dava adamı oluşları, davayı terk etmeyişleri (Hay Allah… Ya Tahammül Ya Sefer düşüverdi aklıma…) olduğunu belirten Tantik Hoca, onların tüm hayatlarını buna göre şekillendirdiklerini söyledi. Onlar adanmış ruhlardır. Onlar ahidlerine sadık kalanlardır. Bizim bu toplanmalarımız da onlarla ahid tazelemekten başka bir şey değildir aslında… Olmamalıdır.
Amaç durmadan taklidden tahkîke geçiş
Yaşamak’ı okurken Cahit Zarifoğlu’nda bir yalnızlık görmüştük. İçe dönebilme cesaretinden doğan ya da sürüden olmama anlamına gelen ya da kendini keşfetme demek olan… Tantik hoca Sezai Karakoç’a, özellikle onun Mehmed Akif kitabına atıf yaparak bunu şu şekilde isimlendirdi: Biricikliğin ontolojik yalnızlığı. (Karakoç’un da Akif’in de o soylu yalnızlığı malumunuz…) Kişi bu yalnızlığın ürpertisiyle Allah'la bağ kurabilirdi. Burada yalnızlık bir güce dönüşüyordu. Batı’nın bencil ve küstah ben’inin aksine, “Kim var denildiğinde sağına ve soluna bakmadan ben varım diyebilecek” “Müslüman şahsiyet” de işte tam burada var olmuyor muydu? Ve bu Müslüman şahsiyet dava/ diriliş eri ile eşanlamlı değil miydi? Tabi ya…
Sezai Karakoç “Diriliş Eri”, “Diriliş Ereni” ve “Diriliş Pîri” olarak tedricilik ifade eden bir ayrım yapıyor. Diriliş Eri olmak yolda olduğunu fark etmek, Diriliş Ereni olmak başkasına da yol göstermeye ehil kıvama gelmek... Diriliş Pîri olmaya gelince... O ise yol olmak, sırtından erlere, erenlere yol vermek demek sanki… Ya da İslam, İman, İhsan daireleri gibi. Hedefimiz ise Diriliş Pîri olmak olmalıdır.
Nitekim Üstad diyor ya, “Amaç durmadan taklidden tahkîke geçiş” diye. Tek seferde olacak bir şey değil. Kendimizden biliriz; hani bir şeyi gözümüzle gördüğümüzde görmeden önceki bilgimiz artık o bilgi değildir. Bizzat tecrübe ettiğimizde de gözümüzle gördüğümüz değildir. O yüzden “taklidden tahkike geçiş” ve o yüzden “durmadan”. Sonsuz bir ufuk yolculuğu. Bu sonu olan bir durum olmadığı için “Ben oldum” iddiasına da açık değil.
Diriliş Neslinin Amentüsü tam anlamıyla “sahici” bir eser
- Peki nasıl dirileceğiz? Nerden başlayacağız?
- Olduğumuz yerden…
Çünkü diriliş; ille de gelecekte, belli bir pozisyonda, herhangi özel bir durumda vs. gerçekleşmeye mahkum bir şey değildir. İnsan; kendisiyle, ailesiyle, üst komşusuyla, kitaplarıyla, sokak hayvanlarıyla, siyasetle, bilgiyle, Yaradanla… her şeyle ilişkisinde dirilmelidir çünkü. “İnanmış kişinin her gün yirmi dört saatini hedef almakta bu inanış ve davranış bayrağı.” (s.27)
Kitabın genelinde de bu bütünlük hemen fark ediliyor. Dışarıda hiçbir şey kalmıyor. Daha ilk sayfada dediği gibi Üstad’ın, “Bu bir hayat tarzı, dünya görüşü, yani bir medeniyet savaşıdır.” Bizim iman ettiğimiz din de böyle değil midir zaten; bir hayat tarzı, dünya görüşü ve medeniyet savaşı… İslam medeniyet dinidir de diyebiliriz öyleyse. O yüzden hiçbir şey birbirinden bağımsız değildir ve diriliş her an, her durumda, her aşamada, her yerdedir. “Politika, insana ve eşyaya, imanı nakşetme eylem ve direnişi demektir gözümde” (s.19). Dünya ile ahiret, madde ile mana, din ile devlet birbirinden hakiki bir ayrımla ayrılamaz. Bir ayrım yapıyorsak bu bizim zihin bölünmüşlüğümüzdür. Ve bir ayet: “İnsan başıboş bırakılacağını mı zanneder?” (Kıyamet/36)
Bunun için olsa gerek Diriliş Neslinin Amentüsü tam anlamıyla “sahici” bir eser. Çünkü fıtratımıza hitap ediyor, ne için ve ne üzere yaratıldıysak ona…
İftarı beklerken öğrenci arkadaşlarla devam ettirdiğimiz sohbette de gördük ki kitabı okurken herkesin dirilesi gelmiş. Aslında ölü yanlarımızı fark etmişiz. Bir özgüven, bir bilgi açlığı, bir hareket isteği doğmuş.
Bunu ziyan etmemeli öyleyse, hemen olduğumuz yerden doğrulmalı/ dirilmeli… Örneğin Üstad’ın kıymetini bilip diğer kitaplarını da okumalı. Şiirlerini ezberlemeli. Yüce Diriliş Partisi’nin internet adresindeki konuşmalarını dinlemeli. Burada mevzubahis ettiğimiz Diriliş Neslinin Amentüsü'nü dostlara şifa niyetine okusunlar diye hediye etmeli. Tüketime boyun eğmemeli. Modayı takip etmemeli. Teknolojiye aldanmamalı. Çünkü; “Yeni bir insan ve toplum psikolojisini örmek için amansız kültür savaşının öncüsü olmak: İşte diriliş erinin görevi. İşte benim görevim.” (s.33)
Zeynep Yücel haber verdi