Bir eksiğini ararken insan, kimileyin, hesapta olmayan işlerle uğraşma durumunda kalır. Beklenmedik bir şekilde yeni uğraşlar tutar çeker insanı ve akla gelmeyen yeni kazanımlar elde edilir; yeni yollarla imkânlara açılma fırsatı hâsıl olur.

Bu durum, insanı mutlu bir baş dönmesi ile kucaklar ve insan olayın kendine rağmen gerçekleşen bir ihsan olduğunu göremez. Bu körlüğün gözle ilgisi olmadığına göre, hangi tanıma, tarife başvurmak icap eder? Ruhun incelip dikkat kesilme haline varması diyebiliriz.

Tefekkürün farklı yönden insana hatırlatma yapması, ikaza durması, kendini hatırlatması...

Aynı anda olmasa da zamanla olayı okuyup şükre yönelme imkânı da, bir muhasebe alışkanlığını gerekli kılar.

O zaman üç yönlü; tefekkür, muhasebe, düşünme üçlüsünün çalışır halde bulunmasıyla ruhun “görme” ameliyesini zinde kılmak elzem hale gelmiş olur.

Mümin ile inkârcı arasındaki farkın her saniye içinde belirginleşmesi böyle anlaşılabilir.

İnkârcı, nimetin kendine gelip çarpmasını bile matematikle izaha kalkar, düşünmez ki, rakamlar nedir, onlara hükmeden hikmetin arkasında ne var?

Deniz gibi kıpır kıpır ruha ulaşmak yerine, taştan bir ova kurmak da az bir “gayret”le ortaya çıkmaz. Aradaki fark, yazla kış, cennetle cehennem arasındaki fark gibidir.

Allah’tan (c.c) haberli olmak, her şeye malik olmaya, noksansız kalmaya denktir.

 

Ahmet Mercan yazdı