ŞİMDİ BEN SİZİM EY SAF TUTANLAR
Yıllarca haymatlos dedin kendine. Al sana boş dokuz tabut.
Kendini oraya yerleştirebilecek misin?
Okuduğun kitapların bozduğu zihinsel haritanla avare avare gezindin ortalıklarda. Bir şey yapamamanın derin acısıyla unutkanlığın uyuşturan belirsizliğine bıraktın kendini. Umutsuzluk gelip bir kene gibi yapıştı kalbinin ta içine. Vehminden mezarlar yaptın kendine. Al sana cennette açılan dokuz kapı. Girebilecek misin en azından birine?
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
Resimleri büyütmek için üzerini tıklayın. |
Şimdi ağlıyorsun, ağlayabiliyorsun bak. Dokuz kapısını gördün cennetin. Gazze için dokuz olsa o kapılar kimse kızmaz değil mi bana? Korkaklığımız, gevezeliğimiz, kaçmak için bahaneler arayışımız, zihnimizin şeytan oyunlarına saklanışımız, ahkam kesmelerimiz, kendimize acımamız, reel-politik deyişlerimiz, felsefî söylemlerimiz ve azgın nefislerimiz…
Bırak bu dokuzluyu! Yalnız sen git. Çünkü o tabutlar senin için. O tabutlara zevkle ve teslimiyetle girenler kazanacak bugün. Kaybetmekten, savrulmaktan, yıpranmaktan, yalanlar uydurmaktan, günahlar işleyip zevk almaktan bıkmadın mı hâlâ? Hadi gir onlardan birine!
Hadi bak kardeşlerin seni unutmamış.
Bugün mezhebini unut, uzaklığı unut, uluslararası güç dengelerini unut, Allah'ın belası asabiyetçiliği unut, planları unut! Bugün bu dokuz tabut seni Tevhid'e çağırıyor. Bu dokuz tabutun arkasında saf bağlayanlar seni de çağırıyor bu şehadet şölenine.
Bugün matem günü değil. Sen de o tabuta girerek yeni bir ba's-u ba'del-mevt yaşayabilirsin. Dimdik ayağa kalkabilmek için gir o tabuta. Kıyamımız buradan başlasın. İhtiraslarını, dünya zevklerine aldanışını, malayani (boş) işlerle uğraşmanı göm o tabutlarla. Huzur'dan dönmüş olmanın taptaze inancıyla haykır yeniden: “ALLAHUEKBER!”
Zorun en zorunda, zamanın en darında, yılgınlığın en koyusunda Mirac'a yükselip geri dönen Muhammed Mustafa'yı düşünüp “BİSMİLLAH” de. Hiç bırakılmadığını, terkedilmediğini, meleklerin Bedir'de yardıma geldiğini, Uhud'da dağın sığınak kılındığını, Hayber'i, İstanbul'u, Çanakkale'yi unutma.
Senin milletin, yani İslam güçlendiğinden beri hep geldiler. En utanmaz, en acımasız, en hunharca halleriyle geldiler. Selahaddin iken merhamet ettik 'eski sözleşme'nin sahiplerine de, 'yeni sözleşme'nin sahiplerine de. Kan akıtmadık savaş dışında. Aç bırakmadık, sürgüne göndermedik. Hatta ‘yeni’lerin zulmünden ‘eski’leri koruduk. ‘Yeni’ler gelip Endülüs'te bizimle beraber onları sürgün ettiğinde, son büyük Devletimiz denizden gelenlere kapılarını açmış, onlara yer göstermişti.
Sen unutmadın. Galiba onlar unutmak için öldürüyorlar. Bin yıllardır süren yurtsuzluklarının acısını, batıdaki eski efendilerinin zulmünün ve vahşetinin acısını bizden, bizim kardeşlerimizden, adalet ve merhametten ayrılmamış bir medeniyetin çocuklarından çıkarmak istiyorlar.
Biz Ömer hiddet ve adaletine, Ali'nin kapılar söken gücüne kavuşmalıyız şimdi. Şimdi bu dokuz tabutun başındaki müminler 'gaza'ya çağırıyor bizi. Şimdi ben tüm firaset ve dualarımla karadan, denizden, havadan oraya akmak için yol arayan çelikten iman olmak istiyorum.
Şimdi ben sizim ey saf tutanlar.
Ey hep kıyamda, dimdik kılınan tek namaza duranlar!
O'ndan gayrısına eğilmesin artık başlarımız.
Sımsıkı kenetlenerek bitirelim bu yüzyıllardır süren zillet günlerini. Bu birbirimize düştüğümüz utanç günlerini.
Sarılalım yeniden birbirimize kardeşçesine.
Biz sarılınca çünkü; bütün haritalar, krokiler, savaş planları geçersiz hale gelecek.
Biz o dokuz tabutun başında, aynı safta, aynı ruh ve heyecanla musafaha ettiğimizde daha da kudurup aklını yitirecek insafını yitirmiş olan. İnsanlığını yitirmiş olan. İzanını yitirmiş olan.
Paryalıktan kurtulacağının müjdesidir Beyrut'taki o dokuz tabut.
Lübnan'da kılınan o cenaze namazı, yeniden dirilişin göz yaşartan sembolleri olacaklar inşallah. İnsanlığı, emperyalist, siyonist-İngiliz-Amerikan Batı Medeniyeti'nin ölçü tanımaz şımarıklığından kurtarmak için senin merhametine, öfkene, adaletine ihtiyacı var dünyanın.
Yoksa bu çılgınlar sürüsü kana boyayacak dünyayı. Bir kıyamete zorluyorlar dünyayı: kan akıtarak, şehirleri bombalayarak, masumları hunharca katlederek, gücüne tapınarak, Tanrı'nın gazabını hafife alarak.
Kardeşim! Gözyaşları içinde, adalet ve merhametle düşmana olan öfkemi-kinimi bileyliyorum: Allah'ın en güzel Beyrut'unda o dokuz tabutun başında.
Mustafa Nezihi Pesen yazdı
9 TABUT 9 ÇİÇEK
Beyrut Meydanı’nda toplanan onbinler şehitlerimizi andı, gıyabî cenaze namazı kıldı ve sembolik tabutların üzerine çiçek bıraktı.
Bugün İslam vücudunun Türkiye organı kanadı, hepimiz Türk olduk. Dün Gazze kanıyordu, hepimiz Gazzeli’ydik ve Gazzeli’yiz.
Yarın, görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler!
Ama şunu öğrendik; demek ki zulme maruz kalmak ve zalim karşısında onurlu direniş ve fedakârlık, insanların sizin karşınızda ırk kabuklarından sıyrılmalarına vesile oluyormuş!
Bizlerin Filistin bayrağını bu derece sevmemizi anlayamayanlar, Lübnanlı kardeşlerim Türk bayrağına sarınca temsili tabutları, belki anlamışlardır Arap bayraklarına neden bu kadar sevdalı bu Türkiyeli ümmetçiler!!!
Acımız, neşemiz; (bazen bilemesek de) ta ezelden müşterektir aslında onlarla.
Onlar bazen Pakistan'da olur, bazen Çeçenistan'da, bazen Bosna'da, bazen Filistin'de. Bugün gözlerimize ilişen, kalbimizi heyecanlandıran müşterek kaderdaşlarımız ise Lübnan'da. Zira bizler farklı milletler değil Hepimiz Adem Baba'nın torunları Millet-i İslam'dık. Biz bir millet, küfür tek millet.
Fotoğrafı görür görmez bizler de gurur ile hüzün karışımı bir duyguya teslim oluyoruz hemencecik. Binlerce kilometre uzaklıkta bizlerin derdiyle dertlenmiş bir topluluk belki de ‘ne yapabiliriz’, ‘bir şeyler yapmalıyız’ tasalarındayken geliyordu bu fikir onlara. Bizim Beyazıt'ta gıyabî namaz kılmamızın Arapçası’ydı işte bu fotoğraflar!
‘Meydanlara dökülmenin ne faydası var’ diyen ılımlı, muhafazakâr dindarlarımız bu sefer anlamışlardır belki de Beyazıt dersini! Lübnanlılar, şehitlerinin cenaze törenine İstanbul'a, Anadolu'ya gelemeyeceklerdi belki ama kendileri 9 tabut oluşturup, gıyabî cenaze namazı kılabileceklerdi.
Beyrut'ta bir yaz akşamı meydanda toplanan onbinlerce mü'min. Önlerinde şehitlerin temsilî tabutları, arkalarında mahşerî kalabalık. Taksim'de, Çağlayan'da toplanan kalabalık gibi içerisindeki müthiş heyecanı atabilmek isteyen Beyrut'lular enerjilerini ellerine verip coşkuyla sallıyorlar Türk bayraklarını. Meydandakiler namaza doğru avazı çıktığı kadar tekbir, Gazze ve Türkiye sloganları atıyor. Bu insanlar, sevdiklerini, eğer 'birbirimizi sevmezsek iman edemeyeceğimizi ve cennete gidemeyeceğimizi' bilip anladıklarını göstermek için hükmî tabutların önünde hürmetle durmuşlardı.
Yine kader kardeşlerine; “ya ehle'l cennet; vuslat sana, hasret bizedir” diyeceklerdir ama belki bu müthiş muhabbeti yalnızca birer çiçekle ifade edebilmişlerdi.
Bugün Beyrut'lular Türk. Ben Filistinli. Dün ise Afgan'dım.
Yarınlar ümmetin olacak inşallah!
Yaşasın ümmet kardeşliği, yaşasın Filistin!
Mehmet Bahadıroğlu ‘insanı ağlatan kardeşliğe bizleri nefer eyle’ dedi