Esasen herkes Allah Teâlâ’ya muhabbet ettiğini iddia eder. Fakat bu iddia ne kadar doğrudur? Muhabbet bir kalb işidir, ancak harici alametleriyle anlaşılır. Yoksa bir kuru muhabbet iddiası doğru değildir. Bir şahıs farz ediniz ki sizi sevdiğini söylüyor, fakat hiç sözünüzü tutmuyor. Yolunuzda hiçbir fedakârlığa katlanmıyor. Onun muhabbetine itimat eder misiniz? O hâlde Allah Teâlâ’ya muhabbet davasında bulunan bir kimse Hakk Teâlâ’nın emirlerini tutmazsa O’nun Peygamberi Zîşanına uymazsa onun bu muhabbet iddiasına ne kadar kıymet verilebilir? Dolayısıyla Allahu Azimüşşana muhabbetin de bazı alametleri vardır. Şöyle ki:
Allah Teâlâ’ya muhabbetin birinci alameti: O’nun emirlerine uymak, nehyettiği şeylerden kaçınmaktır. Herkes sevdiğinin sözlerine itaat eder. Muhabbetin kemali bunu gerektirir. İlâhını seven bir kimse nasıl olur da O’nun mukaddes emirlerine, nehiylerine riayetkâr olmaz?
“Sen Allah Teâlâ’ya asi oluyorsun, hâlbuki bir taraftan da O’na muhabbet iddiasında bulunuyorsun. Doğrusu bu pek garip bir şey! Eğer senin muhabbetin sahih olsa idi O’na itaat ederdin. Çünkü seven kimse sevdiğine itaatkâr olur.”
Allah sevgisinin ikinci alameti de: Zikre ve fikre, Kur’an-ı Mübin’i tilavete devamdır. Geceleri uyanarak teheccüt namazı kılmaktır; seher zamanı uyanık bulunarak Cenab-ı Hakka münacaatta bulunmaktır. Bir Hadis-i Şerifte şöyle buyurulmuştur:
عليْكمْ بقِيام الَّليْل فانّه دَأْب الصَّالحين من قَبْلِكمْ
“Geceleri ibadetle ihya ediniz, çünkü bu sizden evvelki salih kulların âdetidir.”[1]
“Ref eder dildâr vechinden nikâbın vakt-i subh
Anı seyreyler o kim huşyâr olur vakt-i seher”
“Sabah vakti sevgilinin yüzünden perdeyi kaldırır,
Ancak seher vaktinde uyanık olan kimse O’nu seyreder”
Şu kıta da bu hususta ne güzeldir:
“Yahu kalk, biraz ibadette bulun; ibadet her işten daha iyidir. Saadete o kimse erer ki sabahleyin zikir ve fikir ile meşgul olur; ruhanî bir eda ile ötüşen o hoş sedalı horozlar, seher vaktinde âdeta deyip duruyorlar ki: ‘Ey gafil insan! Artık uyan, biraz ibadet ve taatla meşgul ol.’ Ne yazık ki ey insan! Sen sarhoş ve aklını kullanamaz durumda olduğundan bunları duyup anlayamıyorsun, bunlardaki derin irşadın zevkine varamıyorsun. Bunu ancak aklı başında olan anlar!”
Niyaz edelim ki Allah Teâlâ Hazretleri bizleri uyandırsın, bizleri kendi muhabbetinden ayırmasın, bizleri Resul-i Ekremine itaat ve ittiba eden Ehl-i Sünnet zümresinden uzak düşürmesin, cümlemizin kalblerini hidayet ve diyanet feyzinden bir an mahrum bırakmasın, âmin.
Cenab-ı Hakka muhabbetin üçüncü alameti de ölümden korkmamaktır. Ölüm bu fâni âlemden beka âlemine intikale sebeptir. Ölüm, Allah âşıklarının emellerine kavuşmalarına bir vesiledir. Dolayısıyla irfan ehli, ölümden korkmaz.
Gerçekte ölüm, bir vuslat sebebidir; fakat bu vuslata insan hazırlıklı olmalıdır. İnsan henüz hayatta iken ibadet ve itaata devam etmelidir ki bu âlemden öbür âleme günahlar ile karışık ve kirli bir hâlde gitmesin.
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
“Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.”[2]
Ölümü temenni doğru değildir; fakat ölümden korkmamak bir ruh şehameti[3] meselesidir. Evet, ölümden korkmamak, yaratıcının varlığına, ebedî bir âlemin varlığına inanmanın güzel bir neticesidir. Bunun içindir ki İslâm mücahidleri zaman zaman cihad meydanlarında pek şanlı, şerefli kahramanlıklar göstererek hayatlarını feda etmişlerdir.
Hallak-ı Kerim Hazretlerine muhabbetin dördüncü alameti de O’nun mahlûkatına muhabbet ve hürmet göstermektir. Her insan; sevdiği zatın bağlılarını, müntesiplerini sever onlara karşı kalben bir husumet beslemez. Artık nasıl olur da insan; sevdiği Hâlık-ı Zîşanın mahlûkatını sevmez, onlara karşı bir muhabbet ve hürmetle mütehassıs[4] bulunmaz!
Allah’a muhabbetin beşinci alameti de Resul-i Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimize ittiba etmektir; o Nebiyyi Zîşanın sünnetlerine riayette, kendisine candan muhabbette bulunmaktır. İşte; “اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُونِي = Allah’ı seviyorsanız Bana uyun.”[5] Nazm-ı Şerifi de bunu ifade eder.
Kaynak:
Ömer Nasuhi Bilmen, Kur'an-ı Kerim'den Dersler ve Öğütler
Dipnot:
[1] Tirmizi, Daavat, 102
[2] Hicr Suresi, 99
[3] Şehamet: Akıl ve zekâ ile beraber olan yiğitlik, kahramanlık, cüret, bahadırlık
[4] Mütehassıs: Uzman
[5] Âl-i İmran Suresi, 31