(اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا...) ayet-i kerimesinde iman etmeye öncelik veriliyor. Gerçekten de iman, esastır. İman olmadıkça salih amellerin dinen hiçbir kıymeti, faydası olamaz. Bununla beraber imanın da birtakım şartları vardır. Her iman, mutlaka makbul değildir.
Ulûhiyeti inkâr eden bir avuç ilhad[1] erbabından başka bütün insanlar bir Hâlik-i Azîm’in varlığına inanır, iman ederler. Fakat insanların bu imanları Allah’ımızın yüksek katında genellikle makbul değildir. Mesela, bazı insanlar, Enbiya-i Zîşana[2] tâbi olmaksızın âlemin bir yaratıcısının olduğuna inanırlar. Fakat bunlar hiçbir zaman Allah’ın zatını, birliğinin şanına layık bir şekilde bilemezler. Belki kendi akılları ile tahmin ettikleri, kendi hayalleri ile tasarladıkları hayali bir şeye ulûhiyet isnat ederek tapınırlar da haberleri olmaz. İlâhîyyûn denilen bazı filozofların imanları bu kabildendir. Dolayısıyla bunların anlattığımız tarzdaki imanları Allah katında kabul edilmez.
Birtakım insanlar da vardır ki onlar yalnız Cenab-ı Hakk ile Enbiya-i İzamdan bazılarına iman ederler, diğer peygamberleri ve bilhassa Hatemu’l Enbiya Efendimiz Hazretlerini tasdik etmezler. Bunlar “نُؤْمِنُ بِبَعْضٍ وَنَكْفُرُ بِبَعْضٍ = Bazılarına inanır, bazılarını inkâr ederiz…” diyen gafillerdir. Bununla beraber bunlar tasdik ettikleri Peygamberân-ı Zîşanı da layıkıyla bilemezler, belki geçmiş şanı yüce peygamberlerin isimlerini, kendi hayal kuvvetlerinin icat ettiği birtakım aslı olmayan kişilere verir; muharref[3] dinlere tâbi olurlar. Hatta bazı peygamberleri ulûhiyet mertebesine kadar çıkarmak cehaletinde bulunurlar. Nitekim Yahudiler, Nasraniler bu hâlde bulunmaktadırlar. Dolayısıyla bunların bu eksik ve şirke bulaşmış imanları da Nezd-i İlâhîde kabule değer olamaz.
Allah katında makbul olan iman; Resul-i Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimizin tarif ve telkin buyurmuş olduğu imandır. Aleyhi’s Salatu ve’s Selam Efendimiz, iman edilecek şeylerin esasını şu Hadis-i Şerifiyle beyan buyurmuştur:
الإيمان أن تُؤمن بالله وملائكته وكتبه ورسله واليوم الآخر، وتؤمن بالقدر خيره وشره من الله تعالى
“İman; Allah Teâlâ’ya ve O’nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kaza ve kaderine ve hayır olsun, şer olsun bütün hadisatın kudret-i İlâhiye ile meydana geldiğine inanmaktır.”[4]
Bunları bilip kesin bir şekilde tasdik etmektir. Bunlar, dinî zaruretlerdendir. Bu hususta bütün semavî dinler yani Peygamberân-ı Zîşanın tebliğ etmiş olduğu hakiki dinler müttefiktir. Sadece bu şekilde olan bir iman Allah katında makbul olur.
Ancak şunu da ilave edelim ki hayır ve şer suretinde tecelli eden her hadise hakikatte Allah Teâlâ’nın dilemesi, kudreti ve yaratmasıyla meydana gelmektedir. Allah Teâlâ bir Halık-i Hâkim’dir.[5] O’nun yarattığı her şeyde mutlaka bir hikmet bir maslahat[6] vardır. Ve Halikiyet sıfatı da ancak kendisine mahsustur. Asla O’ndan başka yaratıcı yoktur. Bizleri de bütün işlediğimiz şeyleri de yaratan ancak O’dur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur:
وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُون
“Allah Teâlâ sizi de ve işlediğiniz şeyleri de yaratmıştır.”[7]
Şu kadar var ki Allah Teâlâ’nın hayra rızası vardır, şerre rızası yoktur. İnsanı bu imtihan âlemine getirmiş ve hayrı da şerri de karşısına çıkarmıştır. Her ikisini de elde edebilmek için kendisine bir kudret vermiştir. Artık insan bu kudreti hayra yönlendirir ve Allah Teâlâ da dilerse hayrı yaratır. Bilakis insan kudretini şerre sarf ederse Hakk Teâlâ da dilerse şerri meydana getirir. Bu konuda mesul olan insandır. Herkesin kabiliyeti imtihan âleminde ortaya çıkacaktır. İnsan kendi hareketlerini güzelce tanzime çalışmalı, kudretini güzelce kullanmalı ve daima Hakk Teâlâ’ya sığınmalıdır. İnsanlar, sadece Hakk Teâlâ’nın sıyaneti, koruması sayesindedir ki çoğu zaman şerre atılmaktan muhafaza olurlar. İlâhî bir kudret insanın elinden tutarak onu selamet sahiline çıkarır. İnsan daima “وَمَا تَوْفيقِي واعْتَصأَمى اِلَّا بِاللّٰهِ = Benim muvaffakiyetim ancak Allah Teâlâ iledir.” demeli, hiçbir zaman kendi varlığıyla mağrur olmamalıdır.
Kaynak:
Ömer Nasuhi Bilmen, Kur'an-ı Kerim'den Dersler ve Öğütler
[1] Âl-i İmran Suresi, 104
[2] Muayyen: Belirli
[3] Muazzep: Azap ve sıkıntılar içinde bırakılmış
[4] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/192
[5] Buhari, Şeriket, 6
[3] Muharref: Tahrif edilmiş, değiştirilmiş, bozulmuş
[4] Beyhaki, Sünenu’l Kübra, 10/203
[5] Halık-i Hakim: Hikmet sahibi Yaratıcı
[6] Maslahat: Menfaat, yarar, fayda
[7] Saffat Suresi, 96