Aliya İzzetbegoviç’in tekrar tekrar okunacak kitabı: İslam Deklarasyonu

Okunan her kitap aynı tadı bırakmaz dimağınızda. Bazı kitaplar vardır ki okurken “Tam gönlümden geçeni anlatmış” dersiniz sessizce. Harfler, kelimeler, anlatılanlar tanıdıktır. İşte Aliya İzzetbegoviç’in İslâm Deklarasyonu ve İslamî Yeniden Doğuşun Sorunları[1] isimli kitabı da sizi sarıp sarmalayanlardan…

Bilge bir lider, çileli bir mücadele adamı. Entelektüel birikimiyle müstesna bir düşünür. Balkanlarda İslam’ın yeniden doğuşunu görmek için zindana girmekten çekinmeyen, insanların kalbini yeşertmek için gönüllere köprü kurup nehir akıtan, “Avrupa’nın ortasında Müslümanları görmek istemiyoruz” diyenlere karşı “Allah’a yemin ederim ki köle olmayacağız!” diye haykıran, İslam’ın soluğunu Batı’ya üflemek için kalbinin derinliğini herkese açan, şanlı Bosna direnişiyle tarihe tanıklık eden, Aliya İzzetbnegoviç’in  kitaplarından birisi de İslam Deklarasyonu.

İslam Deklarasyonu Aliya İzzetbegoviç’in İslam ve İslam toplumu üzerine düşüncelerini açıkladığı; özelde kendi halkı Bosnalılara, genelde ise bütün dünya Müslümanlarına “İslamî bir toplumun nasıl gerçekleşeceği” konusunda çağrılardan oluşan bir kitap.

Mücadele adamı

“Müslümanlar neden geri kaldı?” sorusunun cevabını ararken İslam’ın hem teslimiyet, hem de mücadele dini olduğunu vurguluyor ve “Geçmiş İslam halkları geri kalmış değillerdi. Bugün ise geri kalmışlık vardır. Fakat Müslümanlar İslam’ı takip etmemektedirler. İlki için şahit olarak tarihi, ikincisi için kendimi, sizi ve hepinizi alıyorum” diyerek önemli bir probleme işaret ediyor rahmetli Aliya ve ekliyor: “İslam Allah’a ve iyiliğe karşı teslimiyeti emrediyor fakat kötülük, zulüm, düşmanlar, hastalık, pislik, batıl inanca karşı onun bir tek emri vardır: Mücadele…”[2]

İslam’ın yükseliş çağlarına iki örnek veriyor Aliya… İlki Hazreti Peygamber’in (sas) vefatından sadece yüzyıl sonra İslam ordularının Fransa’ya kadar ilerlemeleri, İspanya’da kurulan Endülüs medeniyeti, ikincisi de “İslam’ın yedi yüz yıl boyunca en güzel çiçeklerini verdiği İspanya’dan çekilmek zorunda kaldığında yeni ve güçlü bir dalga Küçük Asya Anadolu’da büyümeye başladı ve İstanbul’u fethederek Balkanlar üzerinden güçlü bir şekilde Avrupa’ya aktı. Türkler üç yüz yıldan az bir zamanda Viyana önlerinde idiler.”[3] dediği Osmanlı.

“İslami gerilemenin en alçak noktası olan, 1918 yılının bir sonbahar gününde ortaya çıkan ve hiçbir Müslüman ülkenin bağımsız olmadığı gerçeği artık büyük ölçüde geçmişe aittir” tespitinde bulunduktan sonra “Umuyoruz ki bununla beraber esir, fakir ve cahil olmanın Müslüman demek olduğu düşüncesi de artık geçmişte kalsın” diyerek umudunu, umutlarımızı tazeliyor.

İslam’ın çağdışı olduğu düşünülebilir mi?

İslam’ın yaşanmış ve bitmiş mi, yoksa çağdaş mı olduğunu irdelerken İzzetbegoviç “İslam’ın ilk şartı Allah’a imandır. Atom çağında dine kuşkuyla bakanlara Albert Einstein’ın Allah’a inandığını hatırlatmak isteriz. Namaz sadece dua değil, disiplin, birlik ve dayanışma okuludur. Oruç ibadettir. Aynı zamanda da pedagojik, tıbbi, sosyal önemi vardır. İslam toplumu hiçbir zaman bireyi şahsi meselesi olarak görmedi. Zekat sadaka değil, fakirlere verilen bir tür vergidir. Hac’da hakim olan manzara eşitliktir. Şimdi kim İslam’ın mesajlarının geçerliliğini kaybettiğinden bahsedebilir?”[4]

Aliya İzzetbegoviç Kur’an’ı nasıl okurdu? Müslümanların İsrail’le ilişkileri konusunda ne düşünüyor? Hicret hakkındaki kanaatleri neler? Allah resulü Hz. Muhammed’i (sas) nasıl anlatıyor? Müslüman hakların milli ve sosyal kurtuluşu için mücadeleleri nasıl olmalı? İslami düzen mümkün mü? İslam deklarasyonunun esasları nelerdir? Panislamizm ve ırkçılık, Hıristiyanlık ve Yahudilik, kapitalizm ve sosyalizm hakkında neler düşünüyor? Bu soruların cevaplarını merak ediyorsanız siz de İslam Deklarasyonu kitabını okuyacaksınız demektir.

Aliya’nın kadın, aile ve gençlik konusundaki görüşlerini özet olarak ifade edip yazımızı noktalayalım.

“Okumamış, ihmal edilmiş mutsuz bir anne Müslüman halkların yeniden doğuşunu başlatacak ve başarılı bir şekilde devam ettirecek oğulları, kızları büyütemez…”[5]

“Gencimize İslam’ın ne olması gerektiği değil, eskiden ne olduğu anlatılmaktadır. O, Elhamra ve geçmişteki fetihleri, Bin bir gecenin şehri Bağdat, Semerkand ve Kurtuba’daki zengin kütüphaneleri bilir. Tabiî ki geçmiş önemlidir. Ancak bugün, eski atalarımızın yaptığı mükemmel güzellikteki tüm camileri saymaktan çok, mahallemizdeki mütevazı camimizin eskimiş çatısını tamir etmek daha önemlidir. Hatıralar geçmişi arzulayarak yaşamaya sebep olacaksa eğer, bütün o muhteşem tarihi yakmak gerekecek galiba…”[6]

Tarık bin Ziyad’ın gemileri yaktırmasının sırrı neydi acaba? Bugününün Müslümanları olarak görevimiz hem muhteşem tarihimizi gözümüz gibi korumak, hem de mazimizi gölgede bırakacak muhteşem eserler inşa etmek değil mi?

Siz ne dersiniz?

 

[1] Aliya İzzetbegoviç, İslam Deklarasyonu, Fide Yayınları, İstanbul, 2007. (216 sayfa)

[2] A.g.e. s.17

[3] A.g.e. s.18

[4] A.g.e. s.30-33

[5] A.g.e. s.189

[6] A.g.e. s.105

- - - -