“(…)Mütârekeden sonra maziye karşı daüssılam arttı. Kendimi avutmak için tek başıma İstanbul'da geziniyordum. Bu şehirde geçen beş asırlık hayâtımızın safhalarını birer birer hissettikten sonra gönlüm bir merhalede tevakkuf etti. Fâtih'in Edirne'den İstanbul üzerine yürüdüğü 857 senesinin baharını hissettim Edirne'den İstanbul üzerine o yürüyüş; yirmi iki yaşında bir çocuk olan o Fâtih; Kostantaniyye fethine dâir bir hadîs'in müjdesini hisseden o asker; târihin en büyük faslını açmağa gelmiş olan o ejder gibi toplar Gelibolu'dan gelen o bin bir yelkenli beyaz donanma; hâsılı o safha kalbimde canlandı. Rumeli askerlerini yıldırım gibi boşaltarak kırdığı Edirnekapı ve Tekfur Sarayı burçlarının üstünde oturdum. Zağanos Paşa'nın elli yedi gün Türk hamlesiyle yıkmağa çalıştığı Eğri Kapı ve Haliç kulelerini gezindim. Yedikule'den Eyüb'e kadar Türk ordularının bir sel gibi taştığı uzun yolda yürüdüm. Topkapı'dan Edirnekapı'ya kadar giden büyük sûrun orta kapısından şehre girdim. 857 seneden beri İslâm'ın muntazır olduğu o sabahı, o büyük saatleri, o coşkunluğu, o sevinci bütün kalbimle hissettim.
Fakat bu gördüğüm rü'yâ maziydi.
Bir gün Ayasofya minaresinden ezan okunduğunu işittim. 857 senesinin o sabahından beri asırlarca günde beş defa okunmuş olan bu ezan, hâl-i vâki'di. Bu ezanı dinlerken Fâtih'i asıl mânâsıyle ilk defa idrâk ettim!
Yine bir gün pâdişâhlarımızın Topkapı Sarayında Revan Köşkü'nü ziyaret ediyordum; uzaktan Kur'an okunuyordu, yavaş yavaş sese doğru yaklaşırken nereden geldiğini ziyaretimde rehber olan zâta sordum. Dedi ki: "Hırka-i Saadet Dâiresi'nden geliyor."
Peygamberimizin hırkasını sakladığımız cennet gibi yeşil bir odanın türkkâri penceresi önünde durduk. İçerde iki hafız vardı. Biri ellerini kavuşturmuş gözlerini yummuş oturuyordu, diğeri diz çökmüş müsterih ve yüksek bir sesle okuyordu, rehberime sordum: "Hırka-i saadet önünde Kur'an ne zaman okunur?" dedi ki: "Dört asırdan beri her saat, geceli gündüzlü."
Yavuz Sultan Selim'in Hırka-i Saâdet'i Mısır'dan getirip bu odadaki mevkiine koyduğundan beri kırk hafız nöbetle Kur'an okur. Türk târihinde bir dakika bile buradaki Kur'an sesi kesilmemiştir.
Gezintilerimde bir hakikat keşfettim. Bu devletin iki mânevi temeli vardır: Fâtih'in Ayasofya minaresinden okunan ezan ki hâlâ okunuyor! Selim’in Hırka-i Saadet önünde okuttuğu Kur'an ki hâlâ okunuyor.
Eskişehir'in, Afyonkarahisar'ın, Kars'ın genç askerleri siz bu kadar güzel iki şey için döğüştünüz.
(Bu yazı, ilk defa 30 mart 1622 de Tevhid-i Efkâr gazetesinde yayımlandı.)
Kamil Yeşil alıntıladı
Ayasofya'nın tapu senedi:
maşallah