Üzerimize yağmurlarını bırakıp giden adam…

Mevlana İdris’in Cahit Zarifoğlu için yazdığı bu yazıyı, bizler de ona yazabilirmişiz. Güzel insanlar güzel atlara binip gittiler, hızlıca… insanlığın en zor zamanlarından birinden… Fatıma Leyal alıntıladı.

Üzerimize yağmurlarını bırakıp giden adam…

“Yıkıntılar içinde çocuklar vardı

Ve esmer ince yüzünle sen

Başını gökyüzüne koyar ağlardın”

İnsanlar bir de şairseler yaşarken çekecekleri var demektir. Hayatın katılığı ve acımasızlığının üzerine, kimi rejimlerin insan onurunu hiçe sayan ve doğrudan insana yönelik militarist eylemleri de eklenince yaşamak, her sabah bir kurşun yiyip, har akşam o kurşunu çıkarmaya çalışmanın dışında pek de bir şeye yaramayan bir zaman düzleminden öteye geçmez çoğunlukla.

Acı, insani duyguların en özgür olanıdır ve ne yazık ki paylaşılırlığı yoktur. Bu nedenle, acıyı keşfeden, onu yalnız yaşamak zorundadır. Büyük acıların büyük yalnızları doğurması da bundandır. Ve şairler -o cesur insanlar biraz da insanlığın acısını yüklenerek kaçınılmaz bir biçimde yalnızlıklarını büyütmenin tutkunudurlar.

Yaşadığımız zamanlar insanlığın en zor zamanlarından biri. Her şey öylesine gri ve belirsiz ki bireyin yeryüzünde kendisini işaretleyebilmesi her şeyden önce aydınlık bir yürek istiyor. Zulmün üzerimize düşen gölgesi kalbimizi sıkıştırıyor. Konuşturmuyorlar. Susuyor insan. Zulüm büyüyor, yalnızlık büyüyor, acı büyüyor.

“Ve şiir, susan insanı çağırıyor

Ve silah, susan insanı çağırıyor

Ve aşk kendisini gösteriyor susan insana

Ve çocuklar ortaya çıkıyorlar susan insan için.”

Şiir ve silah ve aşk ve çocuk konuşuyor. Susan insan konuşuyor. Sesler çoğaldıkça gökyüzü büyüyor, büyüyor. Gökyüzü yeryüzünü örtüyor.

“Ve bir bulut geliyor, bembeyaz bir bulut.

İçinde bir insanın yüzünü görüyoruz bu beyaz bulutun.

Cahit Zarifoğlu

İçimizin güzel adamı.

Kelimeler dökülüyor dudaklarından.

Bütün şemsiyeleri toprağa gömüyoruz.

Onun aydınlık şiirleri altında ıslanmaya bırakıyoruz kendimizi.

Yerimizden ayrılmıyoruz.

Ama bir rüzgâr, hepimizi bekleyen bir rüzgar geliyor.

Beyaz bulutun etrafında hafifçe dolaşıyor bu rüzgar.

İçimiz titriyor.

Rüzgâr durmuyor ve bulut sürükleniyor.

Gidiyor bulut, içindeki yüz gidiyor.

Hiçbir şey yapamıyoruz.

Elbiselerimizde bir ıslaklık kalıyor.

Çocukların saçlarında bir ıslaklık.

Bulut kayboluyor. Çocuklar sarsılıyor.”

Ne zaman bahar gelse, ne zaman içimize dönsek elbiselerimizdeki ıslaklığın farkına varıyoruz. Çocuklar büyürken, saçları büyürken yeniden yorumluyorlar yağmuru.

Bütün aşkların ve savaşların anlamı için gökyüzüne bakılınca o bulut, o yüz oradadır görülüyor.

Mevlana İdris
Kitap dergisi, 29-30. Sayı

YORUM EKLE