Dilini göstermek üzere ağzını açan Chang Ts’ung “Dilim halâ orada mı?” diye sormuş Laotze'ye. “Evet” diye cevaplamış o da. “Peki, dişlerim yerinde mi?” “Hayır, onlar gitmiş” Dil, yumuşaklığı sebebiyle kendini korumuş, dişler ise sertliği elden bırakmadıkları için tahrip olmuşlar. Öyle değil mi? Hikmetin verdiği olgunlukla başını sallamış Chang Ts'ung.
Bildiğimiz gerçekler bunlar. Kılıç yumuşak nesneleri kesmekte zorluk çeker. Sert esen rüzgâr eğilip bükülmesini bilen dallara bir şey yapmaz ama dik duran ağaçları kırar, kırılmamakta direnecek gücü olanları da eğer çok sert esiyorsa dibinden sökebilir. Kurşun belli kalınlıktaki tahtayı deler ama aynı kalınlıktaki pamuk kütlesi içinden geçerken hızını çok kaybeder. Maddenin maddeyle olan münasebetinde dikkat çeken bu hususlar çoğu zaman insanların zamana ve olaylara karşı tavır alışları için örnek olarak gösterilmek istenmiştir. Bazıları şartlara göre eğilip bükülmenin belli şeylerin muhafazası için zorunlu olduğunu savunurlar. Zor karşısında direnmektense, zorun gerektirdiği şekli almanın fazilet olduğunu ileri sürerler.
Tersini savunanlar da vardır. Bükülmektense kırılmak, boyun eğmektense boynunun vurulmasını göze almak tercihini yapar bazıları. Amerikan başkanlarından biri, yanılmıyorsam Thomas Jefferson, “Dizlerimin üzerinde yaşamaktansa, ayakta ölmeyi tercih ederim” demiş. İnsanoğlu temel ilke olarak bir kavak fidanı gibi olmayı mı, heybetli bir çınar gibi olmayı mı seçmelidir. Kurşuna karşı tahta sertliği mi göstermeli, yoksa pamuk yumuşaklığı mı göstermeli? Toplum şartlarının son derece acımasız olduğu durumlarda, yukarıda sözünü ettiğimiz şıklardan birini seçmek çoğu kimse için kaçınılmaz hale gelebilir.
Hatırdan çıkarmamalı ki insanoğlu ne ağaç ne de pamuktur. Bunun gibi benzetmeler ancak benzetilen duruma intibak sağladığı oranda işe yarar kabul edilmelidir. Bütün mesele insan olarak bizlerin ve insan grupları olarak içinde bulunduğumuz ilişkilerin hangi tavra uygun karakterlere sahip olduğunun anlaşılmasıdır. Yani tahtaya mı daha çok benziyoruz, pamuğa mı? Bunu anladıktan sonra kendi karakterimize uygun tavrı göstermek göreviyle yüklü olduğumuzu iyi kavramak zorundayız. Tahta gibiysek pamuk yumuşaklığı göstermeye çabalamamız nasıl beyhude ise pamuk özelliklerimiz baskınsa tahtalaşmaya çabalamamız da o kadar boşunadır. Dokusu gevşek olan insanlar kendilerini zorlayan şartlar karşısında eğilip bükülmeye daha uygun olduklarını bilirler. Kolay çözülebilir bağlarla birbirine iliştirilmiş insanlar direnme potansiyeline sahip değildirler. Afganistan bugün olduğundan daha “medeni” bir yapı göstermiş olsaydı, Sovyet işgaline karşı daha yumuşak tedbirlerle yetinmek zorunda kalacaktı. Akaidi güçlü, mensupları birbirine kenetlenmiş insan grupları başarabildikleri kadar direnme gücünü gösterirler, ancak böyle özelliklerle donatılmış insanlar esen rüzgârları geçiştirmekte, akan suların önünde sürüklenip dağılmadan kendini muhafaza etmekte başarıya ulaşabilirler.
Geçen asırlar dış görünüş itibariyle eğilip bükülmeyi bilenlerin haklı olduğunu göstermiştir. Yani fırtına sırasında başını eğen, fırtına geçtikten sonra halâ mevcudiyetini koruduğu için zor karşısında gerilemekte haklı oldukları anlaşılmıştır. Fırtına sırasında eğilmedikleri için dalları kırılanlar ilk bakışta zararlı çıkmış gibidirler. Buna mukabil, eğilmiş olanın kendi özünden bir süre için dahi olsa vazgeçmiş olmasının lekesini hep taşıyacağını da düşünmemiz gerekir. Bir bakıma, bu türden insanlar güvenilirliklerini kaybetmişlerdir.
Oysa fırtınadan hasar görenler kendilerine kendi vasıflarına sadık kalmanın imtiyazını ellerinde tutarlar. Belki zayiat vermişlerdir ama o kayıpları kat be kat telafi edebilecek ruh zenginliğini muhafaza etmiş ve belki de zenginleştirmiş, çoğaltmışlardır. Özünü koruyan kabuğunu yeniden kazanabilir.
İsmet Özel
Zor Zamanda Konuşmak