Kur’an-ı Kerim’de her millete mutlaka bir peygamber gönderildiği tasrih edilmişse de(176 ) peygamberlerin adedi ve her birinin ismi bildirilmemiştir. Çünkü Hakk Teâlâ:
“Peygamberlerin bir kısmını bundan önce sana haber verdik, bir kısmını ise haber vermedik.(177)buyuruyor.
Gerçi bir hadiste peygamberlerin adedinin (124 bin) olduğu zikredilmiş ise de Kur’an-ı Kerim’de yalnız 25 peygamber adı geçmektedir. Bunlar:
Âdem, İdris, Nuh, Hûd, Salih, Lût, İbrahim, İshak, Yakup, Yûsuf, Şuayb, Musa, Harun, Davud, Süleyman, Eyyûp, Zülkifl, Yunus, İlyas, Îlyesa, Zekeriyyâ, Yahya, İsa ve Muhammed (Sallallahu aleyhi ve aleyhim ecmaîn) hazretleridir.
İslâm’a göre insanlara gönderilen ilk peygamberler Hz. Âdem (a.s,), bütün insanlık âlemine gönderilen peygamber ise Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir. Hz. Muhammed, peygamberlerin en büyüğü ve sonuncusudur. O, Peygamber zincirinin son altın halkasıdır. Peygamberlik, onunla son bulmuştur. Ondan sonra artık peygamber gönderilmeyecektir.
Ehli Sünnet’e göre, peygamberlerin adetleri şu kadardır diye tahdid etmemek evlâdır. Çünkü, tahdid edilirse, peygamberlerin adetlerini arttırmak veya eksiltmek gibi bir hataya düşmek ihtimali vardır. Bu ise asla doğru olmaz.
Peygamberlerin sıfatları:
Bütün peygamberler, Allah’u Teâlâ tarafından insanlara ilahî elçiler olarak gönderildiklerine göre, kardeş gibilerdir. Onlar bir ailedendir ve bir tek cemaattir. Bu hususta bir çok âyetler vardır.(178)
Bütün peygamberler, aynı ulvî maksatla seçilerek insanlara gönderilen, doğru, sâdık, emin, yüksek ahlâklı, sağlam karakterli, uyanık kalpli, dünya ve ahirette itibarlı ve Allah’a en yakın olan yüce zatlardır.
Kur’an-ı Kerim’de bir peygamber hakkında yapılan medihler; onun yüksek ahlâkı, üstün karakteri, yüce öğütleri ve Allah’a olan bağlılığı, güven ve itaati, bütün peygamberler için de doğrudur.
Gerçi her peygamberin kendine has belirli bir vasfı olabilir. Fakat, bütün peygamberler arasında müşterek olan ve her peygamberde bulunması gereken ortak vasıflar vardır. Bunlar şöylece özetlenebilir:
a) Peygamberler hakkında vacip olan sıfatlar
Peygamberlerin ittisâfı vacip olan ve her Müslümanın peygamberler hakkında inanması gereken müşterek vasıflar şunlardır:
Sıdk sıfatı:
Sıdk: Peygamberlerin, ilahî hükümleri tebliğde ve verdikleri her türlü haberde doğru sözlü olmalıdır.
Her peygamber, peygamberlik iddiası da ve Allah’tandır diye bildirdiği bütün ilahî hüküm ve haberlerde, her türlü hareket ve davranışlarında doğru sözlüdür, sadıktır. Peygamberlerin yalan söylemeleri mualdir (caiz değildir). Aksi hâlde, insanları kendilerine inandırmaları ve onları irşad ederek doğru yola sevketmeleri mümkün olmaz.
Esasen kizb (yalan söylemek) büyük bir günah (ma’siyet) olduğundan, peygamberlerin “ismet” ve “emanet” sıfatlarıyla bağdaşmaz. Halbuki Yüce Allah, onların peygamberlik iddiasını teyid için ellerinde “Mu’cize”ler izhar ediyor. Adeta; “Kulum Peygamberlik iddiasında ve benden bildiklerine sadıktır” diyor. O hâlde, peygamberlerin yalan söylemeleri mualdir.
Çünkü:
Eğer peygamberlerin yalan söylemeleri câiz olsa, Hakk Teâlâ yalancıları tasdik etmiş olur. Yalancıyı tasdik bir nevi yalancılık olduğundan, noksanlardan münezzeh olan Yüce Allah, bu noksandan da münezzehtir. Öyle ise peygamberler; sıdk, doğruluk, sıfatı ile muttasıftırlar. Yalancılık, haklarında muhaldir.
Emanet sıfatı:
Emânet, peygamberlerin kudsî görevlerini yerine getirmek hususunda ve diğer hususlarda emin ve güvenilir olmalıdır.
Bütün peygamberler, “emanet” sıfatı ile muttasıftırlar. Her biri, dürüst, emin ve güvenilen mümtaz şahsiyetlerdir. Kendilerinden asla bir “hıyanet” vaki olmaz. Hiyânet, peygamberler hakkında mualdir. Çünkü Allah-u Teâlâ, ilâhî vahyini, peygamberlik şeref ve vazifesini hâiniere değil, ancak her bakımdan emin olan kullarına verir. Peygamberlerini bu gibi emin ve dürüst şahıslar arasından seçer. Şüphe yok ki, Allah Peygamberliğe kimin lâyık olduğunu en iyi bilendir.
Tebliğ Sıfatı:
Tebliğ, Peygamberlerin Allahu Teâlâ tarafından kendilerine vahyolunan ve bildirilmesi emredilen şeyleri ümmetlerine noksansız ve ilavesiz olarak aynen tebliğ etmeleridir.
Bütün peygamberler, kendilerine vahyolunan şeriatı tebliğ vazifesini yerine getirmişlerdir. İlahî emirleri, yasakları ve tebliği emredilen haberleri aynen bildirmişlerdir, herhangi birini ketmeyip saklamış veya ona kendinden bir şey ilâve etmemişlerdir.
Aksi hâlde, peygamber olarak seçilmelerinin ve kendilerine tevcih edilen risâlet vazifesinin mânâ ve hikmeti kalmazdı. Çünkü Hakk Teâlâ, hakkı ketmeyip gizleyenlere veya tahrif edip değiştirenlere elbette peygamberlik payesi vermez.
O hâlde, tebliğ sıfatının zıddı olan “kitmân-ı şeriat” peygamberler hakkında mualdir.
Fetânet sıfatı:
Fetânet, peygamberlerin, üstün bir akıl ve zekâya kuvvetli bir hafıza ve yüksek bir mantık ve ikna kabiliyetine sahip olmalıdırlar.
Her peygamberin, şerefli ve yüce olduğu kadar da ağır ve çok mes’uliyetli olan peygamberlik hizmetini noksansız ve mükemmel bir şekilde yerine getirebilmesi için, böyle yüksek vasıf ve üstün kabiliyetlere sahip olması gerekir. Aksi hâlde, gönderdikleri milletlere karşı kuvvetli hüccet ikame edemez, onları ikna veya ilzam için gereken münakaşa ve güzel mücadeleyi yapamazlar. Dolayısıyla, onlara kuvvetli bir iman aşılayamaz, irşad ederek onları hak ve hidayete eriştiremezler. Bu ise, kendilerine verilen peygamberlikten beklenen gaye ve hikmete aykırıdır.
O hâlde Peygamberler; en akıllı, en zeki ve en kabiliyetli insanlardır. Haklarında; en zayıf akıl ve zayıf hafıza, delilik ve gaflet gibi noksan sıfatlar muhaldir, caiz değildir.
İsmet sıfatı:
İsmet, peygamberlerin gizli ve aşikâr her türlü masiyetten, günahtan ve peygamberlik şerefiyle bağdaşmayacak hareketlerden uzak bulunmalarıdır. Bunun zıddı olan mâsiyet ve âdi hareketler, peygamberler hakkında muhaldir.
Çünkü:
Eğer peygamberlerin günah işlemeleri (mâsiyet irtikâbı) ve ismete (nezahete) uymayan hareketleri yapmaları haklarında caiz olsaydı, bizim de onlara uyarak aynı şeyleri yapmamız gerekirdi. Çünkü onlar bizim uymamız gereken güzel örneklerimizdir. Bu bakımdan peygamberlere uymakla emredildik. Halbuki Yüce Allah, kullarına günah işlemekle, günahkârlara uymakla emretmez ve bu gibileri peygamber seçip göndermez.
Bu sebeple,
Ehl-i Sünnet’e göre peygamberler, aslâ büyük günah işlemezler. Kasten küçük günah da işlemezler. Sehven “zelle” cinsinden küçük günah işlemeleri caizdir. Fakat bunda ısrar etmezler; derhal ikaz edilirler ve bir daha aynı hatâya düşmezler.
Hz. Âdem'in, menedildiği ağaçtan Cennette yemesi, kasten işlenen bir masiyet olmayıp, hikmet-i ilâhîyyeye dayanan bir zühul ve unutma eseridir. Esasen bu, hadise Hz. Âdem cennette iken ve peygamber olmadan önce vâki olmuştur. (179)
Hülâsa; bütün peygamberler, günahlardan pak ve münezzeh, her nevi kötülükten masum ve mahfuzdur.
Bu İslâm'ın bildirdiği mühim bir esastır.
Ayrıca Peygamberlerin, ilâhî vazifelerini eda ederken hatâ etmeleri veya unutmaları câiz olmadığı gibi, insanları kendilerinden nefret ettirecek bedeni bir özür veya kusurdan selim olmaları da haklarında vacip olan hususlardandır.
O hâlde, sözün özü şudur:
Her Müslümanın, bütün peygamberler hakkında yukarda sayılan sıfatlarla muttasıf olduklarına inanması dinen vaciptir.
b) Peygamberler hakkında muhal olan hâller:
Peygamberler hakkında itikad edilmesi vacip olan sıfatların zıdları bulunan:
Yalancılık, hiyânet, kitman (şeriatı gizlemek), zayıf akıl ve hafıza (delilik veya aptallık), günahkâr ve âsî olmak, peygamberlik vazifesi sırasında hatâ ve unutkanlık ve bedenî bir özürle muallel bulunmak, daha önce beyan edilen sebeplere binaen muhaldir, imkânsızdır.
c) Peygamberler hakkında caiz olan şeyler:
Haklarında vacip olan sıfatlar ve muhal bulunan haller dışında hareket ve davranışlar, peygamberler hak- kında caiz olan şeylerdendir.
Çünkü peygamberler, birer insan olarak, her insan gibi yerler, içerler, uyarlar, evlenirler, ticaret ve san'atla iştigal edebilirler. Hasta olabilirler veya düşmanları tarafından eziyete maruz kalabilirler. Hatta işkence edilip, öldürülebilirler ve dünyevi işlerde hatâ edebilirler. Bütün bunlar, peygamberler hakkında caiz olan şeylerdendir. (180)
Bu münasebetle şu hususu da zikredelim ki; peygamberlik, ilâhî bir mevhibedir. Allah-u Teâlâ kimi dilerse onu peygamber seçer. Bu seçiş, ilâhî ilmine, irade ve hikmetine uygundur. Yüce Allah, Peygamber olarak seçeceği zâtı, üstün kabiliyette yaratır ve yetiştirir. (181)
Peygamberlik, çalışmakla, Allah'a ibadet ve taatla ve takva ile elde edilen bir derece değildir. Yani Peygamberlik, kesbî değil, vehbîdir, ilâhî bir lütuf ve ihsandır. (182)
Peygamberler en şerefli ve asil ailelerden seçilen ve Hakk Teâlâ tarafından bu ulvî hizmete lâyık olarak yaratılıp terbiye edilen, her bakımdan üstün ve seçkin şahsiyetlerdir.
Doç. Dr. Ali Arslan Aydın
Kaynak: İslâm'da İman Esasları Âmentü Şerhi