Paran mı var derdin var!

"Acaba bankaya altın hesabına falan mı yatırsam? Her gün enflasyona yenik düşüyor para. Altın düşerse de felç geçiririm maazallah. Ne yapsam ben bu parayı ne yapsam Allah’ım! Evde de tutamam güvensiz... Paran mı var derdin var." Esma Erdoğan Ayçiçek yazdı.

Paran mı var derdin var!

İnsanın baba evinin satılması, diye bir şey de varmış hayatta Muallâ. Senin için kıymeti hiçbir pahayla ölçülemez o evin binlerce liralık parçalara ayrılması da. Bu acının daha ötesi var mı acaba dersin sen şimdi. Varmış Muallâ. Daha ötesi de varmış. Daha ötesi, bu binlerce liralık kardeş payının üzerine başka bin liralar koyup Allah’ın bayırında bir arsaya hissedar olmak varmış erkek kardeşim Nuri gibi. Veya Edremit’te bir zeytinliğin içine Rumlarınki gibi bir taş ev yaptırmak da varmış kız kardeşim Serpil gibi. Hayırsız oğlunun borçlarını kapatmak Ahmet abim gibi. Benim gibi o paraları kâğıt parçası olarak görmediler. Bakıp bakıp bir kenara tıkıştırmadılar. “Amaaaan be abi, ölen öldü kalan kaldı, neticede para bu, harcayacağız tabi. Bidonlara sıkışık nizam yerleştirip turşu mu yapacağız? Küplere koyup toprağın altına mı koyacağız? Miras bu, anamızın ak sütü gibi helal.” dediler. Çıldırmış gibi harcadılar. Deli gibi, manyak gibi harcadılar. Gözümün önünde, gözümün içine baka baka harcadılar.

Nuri, arsa aldı üzerine biraz daha koydu da yıllar sonra değer kazanır, iki üç katına satarım diye. Hep böyleydi bu. Alamancı Nuri! Azıcık para gördü Alamanya’ya gidince biti kanlandı bizi tanımıyor şimdi! Orda ne iş yaptığını bilen bile yok, gelip burada caka satıyorsun, sanki dünyayı kurtarıyorsun. Bildiğin iki üç Almanca kelime! Yerli yersiz aynı kelimeleri söyleyip duruyorsun anlamıyoruz değil mi yani biz? “Oo mayn Gat, Oo mayn Gat!” ha bir de neydi o? “Danke şön, danke şön!” ekliyorsun her cümlenin sonuna Alaman gibi oluyorsun, o kadar basit yani. İyiymiş! Vallahi biz bile çözdük artık ne dediğini. Yeni kelimeler öğren Nuri! Keşke arsa almayaydın da külüstür Mercedes’ini yenileyeydin. Havan yeterince hava değil o külüstürle! Madem çok kazanıyorsun, herhalde daha yeni modelini almaya da gücün yeter yani. Alamıyorsan da öyle caka satmayacaksın kötü Mercedes’le! Bir de bizim Toros’ları, Tofaş’ları beğenmiyorsun. Ağzını eğe eğe, elin yüzün yamula yamula “Bunlar da araba mı yeavvv!” demen yok mu? Sinir oluyorum sinir! Kurban ol sen o Toroslara Tofaşlara! Aaaah ah! Ben biliyorum aslında paraları niye harcadığını da dilim varmıyor söylemeye. O açgözlü karın yok mu? Onun için harcadın paraları değil mi? O istedi diye aldın o arsayı? Karını susturamadın da bir arsa için kıydın anacığımın evinin parasına! Gerçi sendeki karı da pek susacak gibi bir karı değil ya sen de haklısın...

Hele Serpil? Yahu senin ne işin var Edremit’te! Senin kökün, toprağın Edremit mi? Sen Edremit’in yerini haritada bile gösteremezdin. Allah’ın bozkırında doğdun, büyüdün serpildin sen. Hayatında ilk kez zeytinliği 40 yaşında, rica minnet birkaç günlüğüne kapaklandığın akraba yazlığına giderken gördün. Hem o zeytinleri toplamayı, satmayı da bilmezsin ki? Hayatında kaç kere zeytin topladın sen Serpil? Sen kim zeytinlik içinde ev yaptırmak kim? Bir de taş ev olacakmış Rumlarınkiler gibi, mavi panjurlu olacakmış! Kocaman verandası olacakmış. Verandaya rengarenk çiçekler dikeceklermiş o kılkuyruk kocasıyla. Cennet gibi bir yer olacakmış! Aman ne hoş ne havalı!

İyicene bir anlatırsın artık eşine dostuna, arkadaşlarına. Sosyal medyanı doldurursun çiçekli Rum evinin fotoğraflarıyla. Kahve fincanı koyup fotoğrafını çekmediğin köşesini bırakmazsın evin! Bahçede, verandada, balkonun altında, balkonun üstünde, zeytin ağacının altında, üstünde, yanında! Mutfakta, salonda, şömine başında! Tuvaletin önünde de çek Serpil! Hatta tuvalet terliğinin yanına da koy, aman sakın orayı da atlama ha! Tuvalet terliğiyle kahve fantazisi de çok havalı olur bak! Kulağına da bir begonvil sıkıştır, öyle de çek fotoğraf. Begonvillerini, yaseminlerini, ıtırlarını sevsinler Serpil! Nasıl güzel kokarlar onlar... Ön bahçeye domates, biber, hıyar da dikeceklermiş. Sanki çok biliyorsun ekmeyi, dikmeyi. Domateslerinin hıyarlarının önünde de çektirirsin sen şimdi fotoğraf! Oh ne güzel, organik domates buldun tabi çek! Çek kız çek! Çekmeyen ne olsun! Mis gibi de kokar o şimdi. Ekmeğin arasında soğanla ne güzel gider. Sıcaktan pişmiş bahçe domatesi ne güzel olur. Hıyarların da hıyar gibi kokar, mis! Markettekiler öyle mi? Tövbe estağfurullah! Yazık ettin anama babama. Hiç acımadın! Değer miydi bir yazlık, bir veranda, iki saksı çiçek, iki mis kokulu domates için anacığımın babacığımın emeğini harcamaya?

Hadi bunlar neyse de Ahmet abimin payı güme gitti yazık! Hayırsız bir oğlan varını yoğunu bitirdi abimin. Ankara pavyonlarında karıya kıza yedirdi! Anacığım hıtır hıtır ödemişti o evin parasını. Yemedi, içmedi borç ödedi yıllarca. Hayırsız bir torun gelsin de saçma sapan yerlerde yesin diye mi? Ah anacım, iyi ki görmedin bu günleri... Ölmemiş olsaydın da kalpten giderdin. İnme falan inerdi. Ah bu Ahmet abim... Hep nasipsizdi zaten, hep garipti. Boynu bükük devlet memuru. O devlet memuru maaşıyla yıllarca besledi horantayı. Besledi de ne oldu? Oydular gözünü! Her biri başka oydu. Görebileceği en toplu parayı da mirasyedi oğluna kaptırdı. Kendi kazanmış gibi, hiç acımadan çıtır çıtır yedi çakal!

Ah içim acıyor Muallâ! Bunları düşündükçe içim yanıyor. Bense bir kuruşuna bile dokunamadım. Kıyamadım. Her akşam tıkıştırdığım yerden çıkardım, bakıp bakıp ağladım. Sen olsan kıyabilir miydin Muallâ? Anacığımın ilmek ilmek ördüğü duvarları yıkmak değil de neydi bu? Ne zor şartlarda borcunu ödeyen babamı sırtından vurmak değil de neydi? İşin başka bir kötü yanı, şimdi ben bu parayı ne yapacağım Muallâ? Bakmaya bile dayanamadığım paraları harcamaya nasıl kıyayım? Evde de daha fazla saklayamam, korkuyorum çalınır diye. Acaba altına, dövize mi yatırsam diyorum. Yükselirse iyi de düşerse çok kötü olurum. Kaldıramam. Anacığımın babacığımın emeği zayi olur dayanamam.

Acaba az bir kısmıyla şöyle azıcık, minicik, mini minnacık kısmıyla kendime bir şeyler alsam mı? Ne bileyim Ulus’a gitsem, kendime şöyle cillop gibi bir takım elbise diktirsem? Artık param var pulum var! Özel dikimse özel dikim, veririz parasını neyse! Yıllardır ağzımızın suyu aktı Ulus terzilerinin diktiği takım elbiselere. Şimdi imkân var işte. Niye olmasın? Amaaan ne yapacağım bu yaştan sonra takım elbiseyi boş ver. Yok yok boş ver. Anam gözlerini bir belertirse? Kırkından sonra azanı teneşir paklar, derse. Mezarında ters dönerse. Aman deyim ters dönmesin.

En iyisi ben ne yapayım biliyor musun Muallâ? Şöyle kendime bir ziyafet çekeyim, yeter. Kalanını bankaya yatırırım. Kaç lira gider ki en fazla? Bol soğanlı bir kebap söylerim, hep önünden geçip gittiğim ama hiç girip de yemek yiyemediğim o meşhur kebapçıda. Önden mis gibi bir mercimek çorbası. Arkasına bir Adana, yanına sumaklı soğan. Yanına mis gibi bulgur pilavı, ızgara biber, domates, yanında acılı bir şalgam suyu. Şimdiden ağzım sulandı. Hepsinin arkasına da çıtır çıtır baklava. Sonra da gelsin reflü, gelsin gastrit. Midede başlar bir halay. Halay başı çorba önde, soğan ortada, şalgam suyu, baklava sonda, mendil sallaya sallaya çıkar inerler yemek borumdan. Halay biter zeybek başlar. Oturur oturur kalkarlar hep birlikte. Mide olur düğün salonu! Yok yok bundan da vazgeçtim.

Durup dururken kendimi hasta etmeyeyim. Ama şimdi ne bileyim yaa, bir daha hiç imkânım olmazsa ya? Soğanı yemem bak, onu eleyebilirim. Çorba olmasa da olur. Onu da elerim. Hem onu evde kendimiz de yaparız. Ne gerek var şimdi Allah’ın mercimek çorbasına para vermeye? Ama şimdi diğerleri olmazsa olmaz. Hani şair demiş ya “Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu, iki kere öpeyim desem üçün boynu bükük...” İşte o misal. Kebabı yesem, bulgur pilavının hatırı kalır, onu yesem baklavanın boynu bükük... Öyle içli içli bakma kız! Sana da getiririm söz! Amaaan tövbe tövbe! Yemeyeceğim soğanlı kebap falan! İstemiyorum. Hem harcayamam ki, tek kuruşuna dokunamam. Yapamam bunu anama babama! E ne yapacağım o zaman ben bu parayı? Altına mı yatırsam? Altın en güvenli liman.

Of ki ne of! Yahu şu para denilen şey ne illet! Varlığı da yokluğu da dert! Yıllarca parasızlıkla imtihan oldum şimdi de parayla imtihan oluyorum kadere bak! Ama şunu öğrendim Muallâ, harcayamadıktan sonra paranın yokluğu değil varlığı dertmiş. Hem ne dert! Vereceksin bir yardım kuruluşuna, kurtulacaksın. Bitti gitti. Hem anam da belertmez gözlerini. Dert ki ne dert! 30 yıllık karım bile terk etti beni bu yüzden. Neymiş efendim? Harcamıyormuşum ben parayı! Neden emekli ikramiyesini de üzerine katıp yeni bir ev almıyormuşuz? Şöööyle Nuri’ninki gibi bir Mercedes’imiz bile yokmuş, eltisi cayır cayır hava atıyormuş, neden bu parayla düşük model bir Mercedes almıyormuşuz. Sürünüyormuşuz. Bu hayata sürünmek için mi gelmişmiş. Sonunda da dayanamadı çekti gitti. Anasının evinde lüks arabalara biniyor şimdi. Lüks evlerde yaşıyor. Gitsin! İsterse dünyanın öbür ucuna gitsin. Dokunamam ben o paraya. Kıyamam. Hem anası hem babası taş gibi duruyorlar daha. Bizimkiler erkenden göçtü, piyango bize vurdu. Bunlar dünyaya kazık çaktılar mübarek. Ayaklı fosiller, ölmeye niyetleri de yok. Belki bu yüzden işte, karım da anlamıyor beni.

Hayatında hiç ölüm acısı görmemiş, hiç kimseyi sonsuza kadar kaybetmemiş bir insan ne anlasın senin halinden. Kaldı ki senin baba evinin satılmasının, boşalmasının, yıllarca derdine sevincine şahitlik etmiş eşyaların hiç tanımadığın insanlara dağıtılmasının acısını anlayacak. Anacığının ömrünü başında geçirdiği mutfak tezgahının, tencerelerinin, tavalarının, leğeninin, merdanesinin, mutfak önlüğünün, kıyafetlerinin, önüne oturup kendine baktığı aynanın, tarağının, gardrobunun, terliklerinin öksüz kalması, babacığının tıraş takımlarının, işten gelince uzandığı kanepenin, masada oturduğu sandalyenin yetim kalması, çocukken koşturduğumuz koridorların ıssız kalması ne anlam ifade edebilir onun için? Hiç... Neticede el kızı. El elin nesine, gülerek gider yasına. Hadi onu geçtim el kızı da ya çocuklarım? Araba alsaymışız da tatillere gitseymişiz de... Yüzüme bakmıyorlar!

“Ben bunları böyle mi yetiştirdim Muallâ? 15 yıldır yanımızdasın, sen gördün yahu sen söyle. Bakma öyle boş boş. Ne yapayım ben şimdi bu durumda? Kıza çeyiz mi düzsem? Oğlana araba mı alsam? Araba da durduğu yerde çok bir değer kazanmaz yani. Babacığım kahrolur, mezarında ters döner maazallah! Paramı dört tekere mi harcadın, der. Karımın koluna bilezik mi yapsam? Neticede parayı yine harcamış olmam. Amanın bu sefer de karımı altınlara boğdum diye anam mezarında ters döner... Yok anam ters dönmesin, onun tersi pistir! Karımla ahrette de zıtlaşmasınlar, hiç çekemem. Yeni bir refaha erdim zaten. Sen hiç karınla anan arasında kalmayı bilir misin Muallâ? Kabir azabı gibidir ha! Çıkmak istersin çıkamazsın artık girdiğin çukurdan! Sen de anca mırlayıp duruyorsun, mamanı döktüm kabına görmedin mi? Senin de mi kafan karışık yoksa? Koca mı istiyorsun yoksa kız?

Acaba bankaya altın hesabına falan mı yatırsam? Her gün enflasyona yenik düşüyor para. Altın düşerse de felç geçiririm maazallah. Ne yapsam ben bu parayı ne yapsam Allah’ım! Evde de tutamam güvensiz... Paran mı var derdin var. Bir kelepir zeytinlik de ben mi bulsam? Belki onlar gibi... tövbe tövbeeee, ne diyorum ben. Olur mu ki? Verandasına çiçek de dikerim. Mis kokulu domatesleri şöyle ekmek arasına doldurdu mu... Edremit neredeydi yaa, Çanakkale’de miydi? Peyniri de mi meşhurdu ne? Edremit peyniri. Yok yav, o Ezine değil miydi? Mis kokulu bahçe domatesinin yanında da ne güzel gider Ezine peyniri... Kaç liradır ki ufak bir zeytinlik?

Esma Erdoğan Ayçiçek

Genç Yürekler dergisi, Sayı: 4

YORUM EKLE