Bir toplumun zaman içinde ürettiği olguların sürdürülme ve korunma iradesi bir yeti haline geldiğinde özel bir değer hâline gelir. Medeniyetleri güçlü hâle getiren de sosyolojik, siyasi, ekonomik değişimlere rağmen kendi sinesinden çıkan değerleri adapte ederek taşıyabilmesidir.
Genel kabul üzerinde dört yaş dört ay dört gün veya beş yaş beş ay beş günü tamamlayan çocukların mektebe başlaması iradesi kendi anlam dünyası içinde imparatorluk merkezi İstanbul’da yeni nesli de içinde büyüdükleri anlam kümesine dahil etme refleksini geliştirmiştir ki bu ilk mektep gününde icra edilen merasimlerdir. Bu merasimlerden evde yapılanına “Bed-i Besmele Cemiyeti”, yol boyunca gerçekleştirilenine “Amin Alayı” denir.
Toplumun her ekonomik sınıftan insanının bir arada aynı mahallede yaşadığı, birbirine zimmetli olduğu bir devirden bahsedeceğimiz 19. asrın ikinci yarısında bir zengin kendi evladı için sağladığı imkânı mahallenin fakir çocukları için de sağlamakla mükellef addederdi kendini.
Çocuğun o gün en güzel kıyafetleri giymesi için evvelden alışverişe çıkılır, hoca ve davetlilere sunulmak için hediyeler alınır, hazırlık yapılırdı. Yakın çevreye, aile dostlarına, ailenin hatırının geçeceği şeyh, âlim ve devletlüler ve mahalleliye davet çıkarılırdı.
Mektebe başlama “etkinliği”nin ilk ayağı çocuğun mukim olduğu yere yakın büyük bir zevatın kabrini ziyaret etmekti. Suriçi’nde ikamet ediyorsa Eyüp Sultan, Anadolu yakasındaysa Aziz Mahmud Hüdai türbesi en çok tercih edilenlerdi.
Alay günü daha evvel eğitime başlayan mektepli çocuklar hususi kıyafetlerini giyer mektep önünde toplanır, ilahici ve aminci olarak ikiye ayrılırlardı. En öne güçlü talebelerden biri üstüne güzel bir örtü örtülüp mushaf yerleştirilmiş rahleyi alarak geçerdi. Sesi gür bir talebe ilahiciler grubunun başında ardındaki takımı sevk ve idare etmek için yerleşirdi. Onların ardında da ilahiciler sıralanırdı. İlahiciler evvelden meşk edilen ilahileri gür sada ile söyleyerek mezkur eve doğru ilerlerken her kıta ve nakarat arasında aminciler de aminlerle sokakları çınlatırdı. Sokakları alayiş ile geçen takımın söylediği ilahiler esasen bugün dahi çocukluktan itibaren birçok insanın hafızasında yer etmiş eserlerdi. “Şol cennetin ırmakları”, “Allah emri tutalım”, “Bu aşk bir bahr-i ummandır”, “İsm-i sübhan virdin mi var” en bilinenlerden bazılarıdır. Bununla birlikte milli şairimiz Mehmed Âkif’in Amin Alayı şiirine ilham olan Şeyh Saffet Efendi’nin “Gözüm ki kana boyandı şarâbı neyleyeyim / Ciğer ki odlara yandı kebâbı neyleyeyim / Ne yâre yaradı cismim ne bana bilmem hiç / İlâhî ben bu bir avuç türâbı neyleyeyim” diye başlayan bir mektep ilahisi derepertuardadır. Ve nihayet başlarında mektebin hocası, kalfaları ve bevvab olan bu alay mezkur evin kapısı önüne gelince dururdu.
Çocuğun evi genişse selamlıkta veya sofada, değilse bahçede hatırlı aile dostları, aile fertleri, mahallenin ileri gelenleri, hoca, kalfa ve ilahi okuyanlardan en iyi bir ikisi misafir edilir. Yüksekçe bir minderin önüne konulmuş rahlenin bir tarafına hoca kurulur, boynunda cüz kesesi, süslenmiş, giydirilmiş talebe tebrik alkışları olan maşallah, barekallahlar eşliğinde oturtulur. Muallimin nezaretinde ilk besmele çektirilirdi. Bed-i besmele, besmeleyle başlama demek olduğu için bu merasim böyle isimlendirilmiştir. Hoca besmelenin akabinde “Rabbi yessir ve lâ tüassir rabbi temmim bi’l-hayr / Kolaylaştır Rabbim güçleştirme ve hayırla tamamlamayı nasip ediver!” duasının her kelimesini tane tane okuyup çocuğa da tekrarlatırdı. Bunu takiben ilk ders olarak halk arasında “supara” da denilen elif cüzünün birinci sayfası açılır elifba her seferinde “Rabbi zidnî ilmen / Yârabbi ilmimi artırıver!” dedirterek üç defa tekrarlanır, bitince hazır bulunanlar hep bir ağızdan yüksek sesle “âmiiin” çekerlerdi.
Bu duaların ardından mektebin ilahicileri birkaç ilahi icra eder, gülbank çekilir, hoca ve talebeye hediyeleri takdim edilir, davetlilere yemek veya tatlı, alaya katılanlara şeker dağıtılıp gülsuyu serpilirdi.
Bu merasimden sonra öğrenci erkekse kiralık bir midilliye, kızsa faytona bindirilir, ailesinin de katılımıyla ve alayla o gün mektebe başlayacak başka talebe var ise oraya uğurlanır; ziyaretlerini tamamlayan alay nihayet katılanlar eşliğinde mektebin önüne gelince, avluda Arapça olduğundan “şuğul” adıyla anılan ve güftesi Şeyh Mehmed Bekrî’ye ait, sabâ makamındaki “Kad fetehallahu bi’l-mevâhib ve câe bi’n-nasri ve’l-me’ârib / Ve esbeha’l-kevnü fî sürûrin ve fî emânin mine’l-metâib / Allah kullarına nice nimetler vermiştir...” ilahisi okunduktan sonra hocanın çektiği gülbangin ardından merasim dua ile son bulunca talebeler sınıfa girerek derse başlanır, öğrenciler dışında alaya katılanlar da dağılırdı.
Kaybolan bir olgu değil esasen, bir anlam kümesi, bir değerler silsilesi. Son söz adına bir değerlendirme yapmak yerine Sezai Bey’in şiirini anmadan edemeyeceğim:
“Şimdi hiçbirinden eser yok
Gitti o geceler o cenk kitapları
Dağıldı kalelerin önündeki askerler
Çocukluk güzün dökülen yapraklar gibi”
Ali Sürmelioğlu
Ayasofya Dergisi, Sayı: 27, Ocak-Şubat 2023
Kaynaklar:
Ahmed Rasim, Falaka
Mehmed Akif Ersoy, Safahat
Mustafa İsmet Uzun, Büyük İstanbul Tarihi, 9. Cilt
Sezai Karakoç, Gündoğmadan