Türk kültürünün gerçek şaheseri olan Divan-u Lügâti’t-Türk yazıldığı günden zamanımıza kadar bir hazine değerini korumaktadır. Dilciler, edebiyatçılar, tarihçiler, etnograflar, antropologlar, coğrafyacılar, sosyologlar, felsefeciler, kısacası sosyal bilimlerin her alanıyla uğraşanlar bu eserin içinde paha biçilemeyecek kıymette bilgiler bulurlar. Bundan dolayı eser ve taşıdığı bilgiler hakkında çok değişik açılardan farklı değerlendirmelerin yapılması, renkli sonuçlara ulaşılması gayet normaldir. Divan-u Lügâti’t Türk, yazıldığı dönemdeki Türk dünyasının, özellikle boylar hâlinde yaşayan Türklerin durumu hakkında biz tarihçilere ışık tutmaktadır.
İlk bakışta görülen ya da hemen sezilen şudur: Türkler, artık farklı bir kültür dairesine girmişler; Türk tarihi artık farklı bir mecrada akmaya başlamıştır. En doğru ve basit tanımlama budur. Ancak, biraz daha derinlerine girerek olaya baktığımızda, Kâşgarlı Mahmud’un Türk dünyasını bin yılların içinden gelen sonuca göre değerlendirdiğini görürüz. O, Türk dünyasına, âdeta bir şifre koymuş gibi, problematik bir biçimde yaklaşmaktadır. Şifresi de Balasagun merkezli bir dairedir. Yani yeryüzünün şematik bir biçimde işaretlenmesidir. Açıkça ifade etmek gerekirse, Karahanlı Devleti etrafında oluşan kültür, onun düşüncesinde bir kapı görevini görmektedir. 11. yüzyılda ve öncesinde konuyla ilgili Çin, İslâm ve Batı dillerinde yazılmış eserleri değerlendiren bir araştırmacı olarak, Kâşgarlı’nın bu kadar sağlam bilgilere ulaşmasını hayranlıkla karşılamamak mümkün değildir. Nasıl olmuş da bu bilgilere ulaşmış, onları değerlendirmiştir?
“Türk boylarının sayısı yirmidir ve bunların hepsi Hz. Nuh’un soyundan gelir.” demekle bütün Türk boylarını tanıdığını göstermek istemiştir. Ayrıca Hz. Nuh’un soyuna bağlamakla Orta Doğu İslâm kaynaklarında mevcut dünyanın yaratılışı, Hz. Nuh’un oğulları arasında pay edilişi, Türklerin atalarının bu yeni paylaşım da yerlerini almaları rivayetinden haberdardır. Bu bilgilere ulaşması kendisinin Türk dünyası ve zamanının tarihçiliği konusunda araştırıcı kişiliğine işaret etmektedir. “Ancak, her boy o kadar çok alt kabilelere ayrılır ki sayılarını bilmek imkânsızdır.” Bu ifade Reşideddin’in Cami’üt-Tevarih adlı eserinde Oğuz Destanı’nın başında Türkleri tasvir ederken, andığı “Türkler bin boydur” cümlesine çağrışım yapmaktadır. Onun verdiği bilgiler, genel olarak Orta Çağ İslâm tarihçilerinin süzgecinden geçen bilgi kompozisyonunun devamıdır. Böyle bir açıklama daha sonra çizeceği Türk dünyası profilinde kendisine yardım edecektir. Türk dünyasının alt yapısını oluşturan boyların sayılarının çokluğunu bir bakıma Türk milletinin nüfusunun fazlalığını anlatmak istemektedir. Daha sonra eserinde boy sayısının çok oluşunun getirdiği imkânsızlık yüzünden sadece büyük kabilelerden bahsettiğini belirtmektedir. Fakat yine de tasnif yapmaktan geri durmamış, Türklerin birbirlerini ve hayvanlarını tanımak için kullandıkları “oymaklarının ve hayvanlarının damgaları”nı bildirmiştir.
Kâşgarlı’ya göre XI. yüzyılda Türk dünyası
İlk ve genel çarpıcı bakış açısı hem Müslüman olan hem de Eski Türk dinini devam ettiren Türklerin anlatılmak istenmesidir. “Rumların (Bizans) yakınından doğuya doğru Müslüman ve Eski Türk dinine inananları” açıklamaktadır. Kendisi Müslüman’dır ama diğer dinlerdeki Türkleri de dikkate almıştır. Batıda Bizans’ı uç nokta seçmiş, doğuya doğru sıralama yapmıştır: “Buna göre Bizans’a en yakın kabile Peçeneklerdir.” Peçenekler, o sıralarda Balkanlar ağırlıklı olmak üzere Karadeniz’in batısında yaşıyorlardı. Hıristiyanlaşıp Türklüklerini kaybeden Tuna Bulgarlarını, 805’te yok edilen Avarları, daha 469’da tarih sahnesinden kaybolan Avrupa Hunlarını bir tarafa bırakırsak, Peçenekler o esnada Türk dünyasının batı ucunu oluşturuyorlardı. 9. yüzyıl ortalarında Orta Asya’nın batısından kopup gelerek yaklaşık 250 yıl Doğu Avrupa tarihine damgalarını vurmuşlar, Rusları akınlarla zarara uğratmışlar, Bizans’la boy ölçüşmüşlerdi. Aslına bakılırsa Kâşgarlı eserini yazdığı sırada salgın hastalıklar ve Kuman Kıpçakların baskısı yüzünden eski güçlerini kaybetmişlerdi; ama yine de önemli bir güç olmalılardı ki, Kâşgarlı Türk dünyasının önemli boyları arasında onlara yer vermiştir.
“Kıpçaklar” günümüzdeki coğrafi yerleşimler açısından sıralarsak Kazakistan, Batı Sibirya, Güney Rusya, Karadeniz’in kuzeyi, Balkanlar’dan Macaristan’a kadar olan bölge ve Kafkasların kuzeyi çok sayıda Kıpçak boyunun bir araya gelmesiyle teşekkül eden Türk kökenli toplulukların hâkimiyeti altında idi. Kıpçaklar, Bizans kaynaklarında Kuman adıyla tanındıklarından bu adla da anılırlar. Aslında Kıpçaklar için tarih yeni başlıyordu. 1000’li yılların başı onların başlangıç tarihidir. Kuzey Kazakistan’da Kimekler başta olmak üzere diğer Türk boylarının karışması sonucu meydana gelmişlerdir. Alt kabilelerinin ve nüfuslarının fazla oluşu her zaman dikkat çekmiştir. Söylediğimiz gibi Kâşgarlı çağında yeni boy gösteren Kıpçaklar, daha sonra Altaylar’dan Macaristan’a Urallar’dan Mısır’a (Kafkaslar dâhil), Sibirya’dan Hindistan’a uzanan sahalarda çok sayıda devlet, hanlık ve beylik kurmuşlardır. Romanya’da Basar Aba, Kafkaslar’da İldenizliler, Mısır’da Memluklular, Deşt-i Kıpçak’ta Kıpçak Hanlığı, Hindistan’da Babür Devleti, Macaristan’da çok sayıda boy ve kabile adının yanında Altın Ordu gibi çok önemli bir devletin nüfus tabakasını meydana getirmişler; Kazan, Nogay, Astrahan, Sibir, Kazak, Buhara, Hive, hatta biraz da Hokand hanlıklarının halkını oluşturmuşlardır. Kafkaslar’da bütün diğer halklarla temasa geçerek etkileşimde bulunmuşlardır. Bugünkü Türk dünyasının kuzey grubunun çoğunluğu (Sibirya hariç) onların torunlarıdır. Buna Özbeklerin önemli bir kısmını da dâhil edebiliriz
“Oğuzlar” da Kâşgarlı Mahmud’un üzerinde önemle durduğu Türk boylarından biridir. Oğuzların kimliği ve oynadıkları tarihî rolleri daha iyi bilinmektedir. Selçuklu ve Osmanlı imparatorlukları başta olmak üzere 11. yüzyıldan sonra Orta Doğu ve Balkanlar’a damgalarını vurmuşlardır. Günümüzde de durum aynıdır. Kâşgarlı eserini yazdığı sırada Selçuklu Devleti, Horasan’dan İslâm dünyasının merkezine doğru akmış, İran tam bir Türk yurdu hâline gelmişti. Bence burada Kâşgarlı, Oğuzlarla kuzeydeki çoğunlukla Müslüman olmayan Oğuzları kastetmiştir. Mangışlak, Üstyurt ve kuzeyi hatta Karadeniz’in kuzeyindeki Uzlara işaret edilmiş olmalıdır. Peki, Oğuzlar aslında kimdir? Nerede ortaya çıkmışlardır? Dil bilimcilerinin çoğunun hemfikir oldukları Oğuz kelimesi kabileler anlamına gelmektedir. Kökenleri konusunda açık ve net şekilde söylemek gerekir ki, Batı Gök-Türklerinin devamıdırlar. Batı GökTürkleri 659 yılında hâkimiyetlerini kaybedince Kazakistan ve bir kısım Kırgızistan topraklarında yaşayan kabileler Türgiş olarak anılmaya başladı. 766 yılında Karluklar onları, Güney Kazakistan’a Sır Derya havzasına itince Türgiş adı kayboldu ve Oğuz adı ön plana çıktı. Hatta Müslüman olanlara Türkmen deniyordu. Aral Gölü ve Sır Derya’nın kuzey sahalarında Oğuz Yabgu devleti ortaya çıktı. Kâşgarlı eserinde aslında bunlara işaret eder.
Ona göre Oğuzlar, Türklerden bir kabiledir. Bunlara Türkmenler de denir. 22 oymaktırlar. Her boyun hayvanları üzerinde ayrı damgası vardır. Birbirlerini bu damgalarla tanırlar. Bozoklar: Kayı, Bayat, Alka-evli, Kara-evli, Yazır, Döğer, Dodurga, Avşar, Kızık Beğdili, Karkın. (Ayrıca Kâşgarlı’nın eserinde olmayan Yaparlı ve Kızık) Üçoklar: Bayındır, Peçene, Çavuldur, Çepni, Salur, Eymür, Alayuntlu, Yüregir, İğdir, Büğdüz, Yıva, Kınık. Söylemeye çalıştığımız gibi Oğuzların çok kalabalık ve güçlü oldukları ifade edilmek istenmiştir. En teferruatlı kabile bilgisi onlar hakkındadır.
“Yemaklar (Kimekler)”, bugün Doğu Türkistan topraklarından doğan İrtiş Irmağı uzun bir yolculuktan sonra Obi Nehri’ne ulaşır. Kuzey Kazakistan’ı kateder. Bu ırmağın havzası çok sayıda Türk boyuna yurtluk vazifesi görmüştür. Bunların 10. yüzyılda parlayanı Kimeklerdir. Kimekler daha sonra Kıpçakların teşekkülünde ana rol oynayan boylardan biridir. İslâm dünyasına uzak oldukları için haklarında bilgi azdır. Önemleri Kıpçak oluşumunun içinde artacaktır.
“Başkırtlar”, günümüzde de varlığını sürdüren Türk boylarından biridir. Yine 10. ve 11. yüzyıllarda tarih sahnesinde boy göstermişlerdir. Orta Urallar’da Kazan’ın doğusundaki alanlarda yaşamaktadırlar. Günümüze kadar yaşadıkları alan pek değişmemiştir. Zaten Muhtar bir Başkırt Cumhuriyeti vardır.
“Basmıllar”, II.Gök-Türk Devleti döneminde tarih sahnesinde rol oynayan boylardandır. Altay Dağları’nın Gobi Çölü’nün içinde kaybolduğu sahalarda yaşıyorlardı. Yani bugünkü Moğolistan’nın güney batısı, kuzey batı Çin, Kazakistan’ın doğusundaki alanlarda, Karluklar ve Uygurlarla ortak hareket ederek II. Gök-Türk Devleti’ni yıktılar. Arkasından Uygur Kağanlığı içinde yer aldılar. Bu devleti 840 yılında yıkılmasından sonra Çin’in Kansu Ordos bölgesine göç ettiler.
“Kaylar”, Kayların kökeni Moğol Türk karışımı olmalıdır. Çin kaynaklarında K’u-mo-hsi olarak kaydedilen söz konusu kabile daha sonraki devirler Urenhay (Urankay-Beyaz Ördek)ları oluşturmuştur. Cengiz Han devrinde Moğollaştıkları söylenebilir.
“Yabagular”, ne anlaşıldığı pek açık değildir. Acaba Oğuz Yabgu devleti mi kasdedilmiştir? Ancak, burada sanki Moğolistan bozkırlarına işaret edilmektedir.
“Tatarlar”, burada Cengiz Han döneminden sonra Batı’da ortaya çıkan ve Batı âlemi tarafından tanınan Batı Tatarları söz konusu değildir. Kerulen Irmağı kenarında yaşayan önce Mo-ho, daha sonra Ta-tan, Ta-ta olarak kaynaklarda yer alan kabileler anlaşılmaktadır. Bunlar, Cengiz Han’dan hemen önce kuvvetlenmişler, Kara Arabalı Tatar, Ak Tatar, Otuz Tatar gibi adlarla anılmışlardır. Cengiz Han’ın ortaya çıkışı sırasında onların zorlu düşmanıdırlar. Onun tarafından yenilip dağıtılınca, bir kısmı batıya gelmiş olmalıdır. Kâgarlı’nın onları zikrettiği sırada yurtları doğu ve güney doğu Moğolistan’dır.
“Kırgızlar”, Peçeneklerden başlayan kuzey hattında en son adlarından bahsedilen Kırgızlardır. Kırgızlar, M.Ö. 202 yılından beri tarihî kaynaklarda yer alan bir Türk boyudur. Onların Sibirya gibi gözlerden uzak bir bölgede yaşamaları kendilerinin asırlarca korunmasına yol açmıştır. 542-745 yılları arasındaki Gök-Türk döneminde zaman zaman devlete isyan etmişlerdi. Uygurlar zamanında da baş kaldırdılar. Hep bastırıldılarsa da 840 yılında büyük bir baskınla Uygur kağanlığına son verdiler ve Ötüken bölgesinde hâkim oldular. Ancak, bağımsızlıkları 50-60 yıl sürdü. Daha sonra Yenisey Nehri’nin doğduğu yerdeki asıl yurtlarına geri döndüler. Kırgızlar hakkında bazı İslâm kaynakları çok uzak noktada bulunduklarından sadece iki senede bir kervanın geldiğinden bahsederler. Çok uzak bir bölgede bulunan Kırgızların dahi zikredilmesi Kâşgarlı’nın Türk dünyasına bakış açısını ve verdiği önemi göstermektedir.
Bugünkü Kırgızistan’ın batısından güney hattını açıklamaya başlar. Fergana Vadisi’nin doğusundaki “Çiğiller” başlar. Karahanlı Devleti’nin alt yapısın› oluturan boylardan biridir Çiğiller. Bir bakıma orta noktaya koymaya çalışır onları. Ve Taraz (Talas) yakınları yaşadıkları kesin bölgeleri şeklinde belirtilen Karlukların bir alt dalı olarak tanıtılırlar.
“Tuhsiler”, İli Irmağı kıyılarında yaşıyorlardı. Bölgeleri Çu Irmağı havalisine kadar uzanıyordu. Onlar da Karahanlıların temel boylarından biri idi. Onların sahip oldukları Suyab, Biglilig, Urkeş, Lazine ve Ferahiye gibi şehir ve kasabalardan bahis vardır.
“Yağmalar”, Kırgızistan’ın doğu ve güney doğu bölgelerine doğru yaşadıkları alanlar işaret edilir. Kâşgar’ın etrafının dahi onların yurdu olarak belirtilmesi enteresandır. Onlar da Karahanlı Devleti’nin temel boylarından biri idiler. Yağmaların adı Moğolistan’daki Taryat Terhin Yazıtı’nda da geçmektedir. Sayılarının ve güçlerinin fazla olmasından dolayı olsa gerek, Kâşgarlı onları Kara Yağma diye de kaydetmiştir. Sonra doğuya doğru haklarında fazla bilgi edinemediğimiz İğraklar, sonra Caruklar sıralanmıştır. Arkasından Batı Gök-Türk ülkesinin önemli kabilelerinden sonra Çumullara işaret edilir. Çumullar, Kuzey Batı Çin’de Sha-t’o Devleti’ni kuranlardandır. Daha da doğusunda Beşbalık bölgesindeki Uygurlar açıklanır. Uygurlar, Orhun bölgesindeki devletleri Kırgızlar tarafından yıkılınca iki gruba ayrılmışlardı. Bir kısmı Kansu-Ordos bölgesine giderek Sarı Uygurları meydana getirdi. İkinci grup ise Beşbalık (Turfan) havalisine giderek Beşbalık Uygurları devletlerini kurdular. Söz konusu devlet Cengiz Han vaktine kadar varlığını sürdürdü. Yani bayağı uzun ömür sürdü. Kâşgarlı Beşbalık Uygurlarından bahsetmiş olmalıdır.
Türklerin sınırı burada biter. Tangut (Tengüt), Hıtay (Liao/Kuzey Doğu Çin), Tafgaçlar (Maçin) anlatılır.
Türk boylarını dil bakımından iki grupta sınıflandırmıştır. Buna göre bozkırda yaşayan ve eski göçebe hayatı devam ettirenler temiz Türkçe konuşuyorlardı. Çünkü diğer toplumlarla daha az temas kurmuşlardı. Bu durum dillerini korumayı sağlamıştı.
Şehirlerde yaşayan Soğd, Kencak gibi halklarla yakın ilişki içinde olan (mesela Argu) boyların dillerine yabancı kelimeler girmişti. Batı Türkistan’ın önemli şehirlerinde yerli halkla Türkler yan yana yaşıyordu. Bu durum dillerin karşılıklı etkileşimini sağlıyordu.
Büyük devletler kuran ve önemli kesimlerinin Maniheizm ve Budizm’e meylettiği Uygurların ayrı bir Türk dili olduğu ifade edilmesi normaldir. Ona göre bunlar şehirlerin halkıdır. Ayrıca bahsettiğimiz dinlerde çok sayıda metin meydana getirmişlerdir. Yerleşik hayata geçen Uygurların dillerinin farklı yönde gelişmesi gayet normaldi. Çumulların, Basmılların ve diğer kabilelerin ayrı dillerinin olduğunun söylenmesi bu kabileleri yeterince tanımadığından olsa gerektir.
En has Türkçeyi konuşanların Karahanlılar (Hakani Türkçesi) olduklarını söylemekle onları bir bakıma Türk dünyasının merkezine oturtmaktadır.
Türk dünyası algısı
Kâşgarlı’nın Divanu Lügâti’t-Türk yazmasının ardından asırlar geçti. 1990’ların başında Sovyetler dağılınca birdenbire ortaya Türk dünyası kavramı çıktı. Aslında bizim gibi konunun uzmanlarına göre vardı, ama kamuoyu birden Türk dünyası kavramını algılamaya çalıştı. Hâlâ da pek algıladığı söylenemez. Bağımsız, otonom Türk cumhuriyetleri, bunun yanında çok sayıda çeşitli ülkelerde topluluklar söz konusudur. Yerli yabancı herkes bunlara Türk dünyası adını yakıştırmıştır. Tarihî açıdan her bakımdan doğru bir terimdir bu. Ancak, söylediğimiz gibi maalesef hâlâ algılama problemleri vardır. Aslına bakılırsa siyasi ve kültürel tarih açısından tarihin derinliklerinden gelen bir birliktelik söz konusudur. Ortak tarih, ortak dil ve ortak kültür değerleri açılarından bakıldığında zaten her şey gayet açıktır.
Zamanımızdan dokuz asır önce, bir Türk bilgini o günün imkânları içinde büyük bir araştırma yapmış, ortaya bir Türk dünyası kompozisyonu koymuştur. Yerleşik olanları, göçebeleri vs. her birini tanıtmaya çalışmıştır. Üstelik bir de harita yaparak şematik bir biçimde göstermiştir. Günümüzde bazı ilim adamlarının kasıtlı yaklaşımlarına, Türkleri bölme girişimlerine en iyi cevaptır, Kâşgarlı Mahmud’un Türk dünyası algılaması ve bunu diğer toplumlara gelecek nesillere göstermek istemesi.
Prof. Dr. Ahmet Taşağıl’ın bu yazısı Türk Edebiyatı Dergisi'nden alıntı yapılmıştır.
Alıntılayan: Mahmut Şevket Serik