Kapalıçarşı asırlarca Dersaadetin tek bankasıydı

Türkiye’nin geçmişini didikleyerek doğru sonuçlar çıkarmak için uğraşan ender insanlardan biri Avni Özgürel. Kapalıçarşı üzerine düşüncelerini kaleme aldığını bir yazısını alıntılıyoruz.

Kapalıçarşı asırlarca Dersaadetin tek bankasıydı

Hikâyesini Anlatan Anıt

Bildiğim kadarıyla Türkçe ve Farsçadan başka hiçbir dilde ‘çarşıya çıkmak’ diye bir tamlama yok. Doğu toplumlarına mahsus çarşı, ‘çıkmak’ fiiliyle bir araya gelince; kavramın ‘kapsama alanı’ genişliyor; gezmek, görmek, hoşça vakit geçirmek, öğrenmek ve alış-veriş yapmak anlamını kazanıyor.

Yerleşik deyimle bizim bedesten dediğimiz bu entegre yapı mantığını Batı dünyası ancak 20. yüzyılda kavrayabildi. Şimdilerde pek çok mağazanın tek bir çatı altında sunulduğu dev alış-veriş merkezlerinin inşa ediliyor olması, mimari anlayış ve işlev bakımından pekâlâ ‘doğunun keşfi’ sayılabilir.

Bu açıdan bakıldığında, Türkiye’de ünlü alış-veriş merkezlerinin neredeyse tamamının; dükkanları, sokakları, istirahat mekanları ve yiyecek içecek büfeleriyle, Kapalıçarşı’nın modem kopyalan halinde inşa edilmelerini, yabancı bir kültürün ürünü ve global ayak uyduruş olarak görmek yanılgı olur.

Kapalıçarşı hiç şüphesiz Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul ahalisinin gözünde barındırdığı dolaplardan -başlangıçta hayli küçük olan dükkânlar birleştirilip mağazalaştırılmadan böyle anılıyordu- ve satılan mallardan ibaret değildi. Örneğin bir tür ‘malumat külliyesi’, yani şifahi ajans-bülten-gazeteydi Kapalıçarşı. Avrupa’dan Asya’dan gelen tüccarların mallarıyla birlikte bol bol ‘dünya ahvaline ilişkin havadis’ taşıdıkları mekândı. Osmanlı arşivi ve vakanüvis kayıtlan özellikle ham kıymetli taş ve işlenmiş mücevher satıcılarının yabancı saraylardan getirdikleri bilgilere ilişkin notlarla dolu. Ve söz konusu şahısların gönüllerinin hoş tutularak ayaklarının Topkapı Sarayı’na alıştırılmasının siyaseten önemsendiği sır değil... Nitekim böylece ünlenmiş, hatta Osmanlı sarayında etkinlik kazanmış satıcılar bile var.

Bir başka açıdan asırlar boyu Dersaadetin tek bankasıydı Kapalıçarşı. Hırsızlık korkusuyla parasını ve kıymetli eşyasını evinde muhafaza etmekten çekinenlerden aldığı rüşveti emin bir yerde saklamak isteyen saray görevlilerine kadar pek çok kişi Kapalıçarşı mahzenlerinde sunulan bir tür kiralık kasa hizmetinden yararlanıyordu. Bunlar gün içinde özel görevliler nezaretinde ellerindeki anahtar ve mühürle özel bölmeye girer, kendilerine ait kutu/sandıktan istediklerini alır veya mevcudun üzerlerine ekleme yapar, sonra muhafazayı kapatıp görevliyle birlikte yeniden mühürlerlerdi.

Çarşı esnafı rehin karşılığı borç verme, emanet kabul etme işi de yapıyordu şüphesiz. Ancak bunun çoğu zaman müşterilerin istismarına varan olaylara kapı açtığı gerçekti, Türkçeye yerleşen ‘dolap çevirmek’ deyiminin, ihtiyaçtan dolayı elden çıkarılmak istenen bir eşyayı; sahibini, malın en yüksek fiyata satmasına yardımcı olacağına inandırarak dükkân dükkân -yani dolap dolap- dolaştırıp sonunda ederinin çok altına satın alan ‘ayakçı’lar için kullanıldığını hatırlamak fikir verebilir. Bu şikâyetlerin yansıdığı pek çok ferman var.

Doğrusu hiçbir alış-veriş yapmadan Kapalıçarşı’da sadece dolaşıp kimi malların fiyatıyla ilgilenerek imparatorluğun ve dünyanın hal ve gidişi hakkında bilgi sahibi olmak dahi mümkündü. Mallar çok değişik coğrafyalardan ve bol gelmişse başka, belli başlı birkaç yerden ve kıt gelmişse başka düşünebilirdiniz.

"Demek Nemçe’yle (Avusturya) Fransız'ın savaşı bitmemiş!"

"Acem (İranlı) yolu kesti zahir. Yoksa bu mevsim Buhara ipeği sebil gibi olurdu."

Benzer hükümlere belli malların fiyatlanandaki değişikliğe bakarak varmak da mümkündü. Fransız veya Venedik işi kumaşlar savaş yoksa neden gelmesindi ki?

Akdeniz’de yaşanan hemen bütün korsan baskınlarının, taht kavgalarının ve salgın hastalıkların haberleri ilkin Kapalıçarşı’ya gelir, dalga dalga oradan yayılırdı şehre… Venedik Dükünün sabık Fransa İmparatoru’nun annesinin rehin bıraktığı mücevherlere borç ödenmediği için el koyduğu ve taşların satışa çıktığı bilgisi; İspanya kralının çapkınlıkları ve sevgililerine hediye verme merakı yüzünden değersiz incik boncukların dahi kıymete bindiği haberi muhtemelen bu ülkelerin ahalisiyle aynı anda öğrenilirdi İstanbul’da.

Ancak herhalde tek taraflı bir ilişki değildi bu. Muhtemelen Osmanlı’ya ilişkin haberler de aynı kanaldan dışarıya taşınıyordu. (İkinci Dünya Savaşı’na kadar sürdü Kapalıçarşı’nın bilgi alış-veriş odağı olması gibi. Harp yıllarında Alman ve İngiliz haber alma örgütlerine bağlı elemanların örtülü yarışının kıyasıya sürdüğü yerdi Kapalıçarşı.) Öyle olmasa akçenin gizlice ‘tağşiş’ edildiğini (içindeki altın miktarının azaltıldığını ) nereden öğrenir de sattığı malların fiyatını tas tamam değer kaybı oranında arttırabilirdi Batılı tüccar?

Asırlar içinde Ankara doğdu, İstanbul gölgelendi; Galata-Tahtakale gelişti. Ve her yeni, bir şeyler koparıp götürdü Kapalıçarşı’dan. İşlevi değişti mekânın, insanı farklılaştı…  Ama bütün bu değişime rağmen, eskiden olduğu gibi ekonominin nabzının attığı tek yer olmasa dahi ekonominin odaklarından biri olma özelliğini hep korudu çarşı. Altın-döviz piyasasının barometresi oldu. Aydınlatma problemi yüzünden (Elektriksiz dönemde çarşıya lamba, mangal türünden yangına yol açabilecek bir şeyin girmesi yasaktı…) sabahları erkenden açılıp ikindi üstü kapanan kapıları da turizm sektörünün göstergesine dönüştü…

Ancak en önemlisi; dün sadece işleviyle önemliydi Kapalıçarşı; şimdi, yaşanmışlığın izlerini taşıyan, dinlemesini bilene bütün hikâyesini anlatan bir anıt…

Avni Özgürel, “Hikâyesini anlatan anıt”, Kapalıçarşı dergisi, Kasım-Aralık, 2001.

YORUM EKLE