‘İmanı’ biraz zayıf amma ‘İngilizcesi’ çok kuvvetli!

"Bugün imanın değil, İngilizcenin işe yaradığını düşünenlerimiz çoğunlukta... Bu nedenle de aramızda imanları zayıf, İngilizceleri kuvvetli olanların sayısı daha çok..." Siz de böyle düşünenlerden misiniz? Dücane Cündioğlu'nun İktibas dergisindeki yazısından iktibasla sorduk.

‘İmanı’ biraz zayıf amma ‘İngilizcesi’ çok kuvvetli!

Kahramanları hâlen hayatta olan bir hikâyedir bu... Rivayete göre yıllar önce bir İlahiyat Fakültesi hocası, kendi kürsüsüne (Kelâm bölümüne), asistanlık için başvuranlar arasından “Dini inancı zayıf (!)” bir şahsı alır. Kendisi gayet mütedeyyin olan, hatta bir tek vakit namazını bile kazaya bırakmamış olmasıyla meşhur bir hocanın böyle bir tercih yapması ve inancı zayıf birini asistan alması, ister istemez çevrede birtakım kıyl-u kâli mucib olur.   

Hocanın bu tavrından rahatsız olan bazıları, kalkıp yanına giderler ve kendisine “Hocam! Böyle bir adamı niçin kendine asistan olarak alıyorsun?” yollu tarizlerde bulunurlar. Hoca karşısındaki zevatı, tarizlerinde pek haksız bulmaz ve fakat kendisini şu şekilde savunmaktan da alamaz: “Evet, doğru söylüyorsunuz, o arkadaşın imanı biraz zayıftır amma İngilizcesi çok kuvvetlidir!”

İngilizcesi kuvvetli o arkadaş(!) şimdi bir İlahiyat Fakültesi’nde dekanlık yapıyor... Üstelik kendisini pek yalnız hissettiğini de sanmıyorum; zira artık üniversitelerin çoğunda İngilizcesi kuvvetli hocalarımız görev yapıyorlar. İmanlarının zayıf olup olmadığına gelince bize ne bundan?! Bugün artık KPDS sınavlarında imandan sual sormuyorlar, 70’in üzerinde not almak, yeterliliği kazanmak için kâfi görülüyor. Bilim sınavlarına gelince orada da durum pek farklı değil...

İnançlarından dolayı bir kimseyi kınamak ya da inançlarından dolayı hak ettiği bir şeyden bir insanı alıkoymak veya salt inançlarını nazar-ı itibara alarak insanlara muamele etmek... Burada inançları dolayısıyla mağdur edilenler bizsek, sözü edilen inançlar, bizim inançlarımız ise, biz inançlarımız dolayısıyla haklarımızdan mahrum kalıyorsak, elde etmek istediklerimizi elde edebilmemiz için, inançlarımızın kâle alınmamasını istemez miyiz? “Size ne bizim inancımızdan, siz bizim bilimsel veya toplumsal uyumluluk derecemize bakın, evvelemirde genel ahlaka riayet edip etmediğimizi dikkate alın” filan... demez miyiz?

Şayet böyle ister ve böyle dersek, başkalarından beklediğimiz davranış biçimini, başkaları da bizden beklemez mi? VE o meşhur suali getirip önümüze koymazlar mı: “Peki, siz GELİRSENİZ, bize nasıl davranacaksınız? (İrtica zahiren hortlar gibi göründüğünde, bu sual şu şekli almaktadır: “Peki, siz GELİRSENİZ, bizi kesmeyecek misiniz?”)

Biz de nasıl olsa yakın zamanda geleceğimize inanmadığımız için kalkıp şöyle mi demeliyiz: “Estağfirullah, o nasıl söz! İNSAN HAKLARI EVRENSELDİR!”

Bugün imanın değil, İngilizcenin işe yaradığını düşünenlerimiz çoğunlukta... Bu nedenle de aramızda imanları zayıf, İngilizceleri kuvvetli olanların sayısı daha çok... Ne ki İngilizcelerinin kuvvetli olması onları kurtarmıyor ve imanın adını ağızlarına almadıkları, dinin zahir mükellefiyetlerini strateji (fetva) mucibince uygulamaktan vazgeçtikleri, onlara ‘onlar gibi, hatta ‘onlardan’ olduklarını yemin-billah tekrar tekrar söyledikleri halde bütün bunlar bir çare olmuyor...

Şimdi ellerinde sadece bir İngilizceleri var... Evet, mahallelerine geri döndüklerinde, kendisine sahip olmakla övünebilecekleri tek şey İngilizceleri... Ne ki mahallelinin de ekseriyeti artık onlar gibi iyi derecede İngilizce biliyorlar ve bir zamanlar onları ‘onlar yapan mümeyyiz vasıflarını kendileri bile unutmuş durumdalar... Bu bakımdan gelmeyi de gitmeyi de düşünmüyorlar: GİTMEYİ göze alamayanların GELMEYİ hayal dahi etmelerinin mümkün olmadığını şimdi onlar da biliyorlar... İngilizceye önem vere vere, önem vermeleri gerekene önem vermez olmuşlar çünkü.

Şairin dediği gibi:

“An taraf ki işk miefzûd derd/Bu Hanife vü Şafii dersi nekerd!

(Bir yerde aşk derdi artırdı mı orada ne Ebu Hanife bir ders verebilir, ne de Şafii...)”

Gerçekten de öyle... Adamın İngilizcesi kuvvetlenmeye görsün, artık ona hiçbir şey kâr etmiyor!

Dücane Cündioğlu
İktibas dergisi, 233. Sayı

YORUM EKLE
YORUMLAR
Bir düşünen
Bir düşünen - 2 ay Önce

İşe adam alırken kişi kendine şunu sormalı. Özne kim nesne kim. İş özne ise dürüstlük ön planda olmalı. Diğer özellikler arkada kalır. Bu anlamda İman önceliklerdedir