M. Emin Hocaefendi’nin yanında yetiştiği nadide hocalarından bir diğeri de Mustafa Sabri Efendi’dir. Hocaefendi, Mustafa Sabri Efendi’den bazı kitapları okumaktan ziyade belli günlerde meclisine katılarak ondan istifade etmiştir. Sosyal hadiselerin daha iyi anlaşılabilmesi için muhakkak Mustafa Sabri Efendi’nin eserlerinin okunmasını tavsiye etmiş ve layıkıyla bu eserler üzerinde çalışılmamış olmasını esefle karşılamıştır.
“Biz Perşembe günleri Hocaefendi’nin evine gider, bir kenara otururduk. Hocaefendiler kendi mevzularını konuşurlardı. Bu konuşmalar gâh günün ahvâline gâh derin, bizim aklımızın almadığı dînî meselelere dair olurdu. Tatlı tatlı sohbet edilirdi. Bizim içine düştüğümüz şu karanlığı, vehameti iyi anlayabilmek için onların eserlerini okumalısınız. Hususiyle Sabri Efendi içtimaî mesâile çok ehemmiyet atfederdi. Mısır’ın harap vaziyetini de güzel tasvir etmiştir. Biz birtakım hakikatleri ondan öğrenip tedbirimizi almalıyız. Fakat ne yazık ki ortalıkta şu kadar Profesör var ama birisi çıkıp da onun kitaplarına atf-ı nazar etmedi, etmiyor! Hiç olmazsa Mevkıf’ın birinci ve dördüncü cildini okusalar. Ben bunları iki defa okumuşumdur.”
ŞEYHÜ’L-İSLÂM’IN ÖNÜNDE İMAMLIK
Emin Hocaefendi’nin Mustafa Sabri Efendi ile irtibatı Sabri Efendi’nin vefatına dek devam etmiştir. Hocaefendi, Sabri Efendi’nin meclislerinde bulundukları günlere dair şunları naklediyor: “Perşembe günleri Ali Yakup Efendi (Cenkçiler) ile giderdik. İkindiden sonra çıkardık, akşam namazımızı orada kılardık. Bazen beni imamlığa geçirirdi. Ne zor gelirdi Şeyhü’l-İslâm’ın önüne geçmek. Hatırlıyorum bir gün Şeyhü’l-İslâm Efendi’nin evine gidiyorduk. Evi bizimkiler kadar tefrişatlı değildi. ‘Şurada iki tane seccade var. Birisi halıdır, diğeri hasır. Hasır olanı öne, halı olanı arkaya ser. Namazı da sen kaldıracaksın.’ dedi. Ben seccadeleri dik sermiştim. O seccadeleri yan serdi ve ‘Toprak cinsinden bir yere secde etmek evlâdır, değil mi?’ dedi.”
Mustafa Sabri Efendi’nin edebî yönü de mevcut idi. Birçok şiiri hafızasından okurdu. Kur’an okunduğunda ise bambaşka bir hâle bürünür, başkasından dinlemeyi de bilhassa severdi. “Şeyhü’l-İslâm Efendi, konuşurken birçok şiir beyti zikrederdi. Edip ve şair olması hasebiyle böyle bir hususiyeti vardı. Bir defasında bir beyit okumaya başladı ama devamını getiremedi. ‘Aman boş ver. Birçok mahfûzâtım var idi. Mühim değil. Allah’a şükürler olsun her gün sabah namazından sonra bir cüz Kur’an’ımı okuyabiliyorum ya.’ dedi. Bazen bir Ayet-i Kerimeyi okurken sesli titrer, gözleri dolardı. Ayet-i Kerimeleri öyle bir aşk ile okuyordu ki bir acayip hâl kaplardı kendisini. Başkasına okuttuğunda da ağlardı. Bir defasında Abdurrahman Efendi (Gürses) geldi. Bir müddet kaldı. Abdurrahman Efendi’yi görünce ‘Ne güzel! Bize Kur’an okuyacaksın.’ dedi. Abdurrahman Efendi o güzel sesiyle en az üç sayfa okurdu. Şeyhü’l-İslâm Efendi de kemal-i aşk ile dinlerdi.” “Sabri Efendi çok rakîku’l-kalb idi. Ayet-i Kerimeleri okurken sanki cereyan verilmiş gibi olur, gözleri yaşarırdı.”
EHL-İ SÜNNET ULEMÂSININ ÖNÜNÜ AÇAN İKİLİ
Emin Hocaefendi’ye göre te’vil hususunda haddi aşmak suretiyle Ehl-i Sünnet çizgisinden uzaklaşan Cemaleddin Afganî, Muhammed Abduh ve Reşit Rıza çizgisini etkisiz hâle getiren ve Ehl-i Sünnet ulemâsının önünü açan ikili, Zahid Efendi ile Mustafa Sabri Efendi’dir. “Mustafa Sabri Efendi o kimselerden bahsederken dedi ki: ‘Ben Türkiye’deyken bunları takdir ediyordum fakat buraya geldikten sonra Allah bir şerh-i sadr ihsan etti. Bu şerh-i sadır sayesinde çok ince şeylere muttali oldum. Allah’a hamdu senalar olsun.’ Bu konu uzun konuşulacak bir mevzudur. Buna girmek istemiyorum. Mustafa Sabri Efendi ve Zahid Efendi’nin onlar hakkında yazdıkları başkalarınınkilerden çok daha mühimdir. Bu konuda yazan başkaları da var, İskenderiye Üniversitesi hocalarından Muhammed Hüseyin başta olmak üzere daha birçok kimsenin onlar aleyhinde yazdıkları var ama Mustafa Sabri Efendi ve Zahid Efendi’nin yazdıkları hepsinin üstündedir. Onlar işi daha ince, daha mühim noktalardan yakalamışlardır.”
“Sabri Efendi Hazretleri’nin vefatına kadar Mısır›da bulunduğum müddetçe her Cuma kendilerinin ziyaretine giderdim. Hemşehrisi olmam hasebiyle de Efendi Hazretleri bize çok iltifat ederlerdi. Allah rahmet eylesin. Onlar gerçek Hocaefendilerdi. Ahlâklarıyla, hâlleriyle, ilimleriyle, tevazularıyla ‘Hocaefendi’ isminin müsemması kimselerdi. Bir defasında Mustafa Sabri Efendi Hazretlerine şöyle sormuştum: ‘Efendim, siz Muhammed Abduh’dan takdirle bahsetmiyorsunuz fakat eserlerinizde onun için ‘üstaz’, ‘imam’ ifadelerini kullanıyorsunuz.’ Mustafa Sabri Efendi şöyle cevap verdi: ‘Evet, insanlar ona öyle ünvan vermişler o sebeple ben de öyle diyorum. Fakat onun için hiç ‘rahimehullah’ dediğimi gördün mü?”
“Kendisine rahmet okumama sebebini ise şöyle anlattı: ‘İstanbul’dan Mısır’a gönderilen Kadı Yahya Efendi isminde fazilet ve istikamet âbidesi meşhur bir âlim vardı. Yahya Efendi, Muhammed Abduh ile sık sık görüşürmüş. Bu mülakatların birinde mevzu Sıfat-ı Sübhanî meselesine gelmiş. Yahya Efendi Abduh’un fikirleri karşısında şaşırmış. İtikada muhalif kanaatlerini düzeltmeye çalışmış. Fakat o düzelttikçe Abduh ısrarcı olmuş. Yahya Efendi de daha üstelemeyip meclisten ayrılmış. O günden sonra Abduh ile görüşmeyi istemediğini, bir araya gelmemeye çalıştığını ifade ederdi. Efendi hazretleri bu hadiseyi anlattıktan sonra ‘Ben Yahya Efendi’nin sözü ne ise onu kabul ederim.’ derdi.”
“Mustafa Sabri Efendi’nin yanlış karşısında susmamasının bir misali de Musa Carullah Bigiyef’e reddiye olarak yazdığı ‘Yeni İslâm Mücahitlerinin Kıymet-i İlmiyyesi’ isimli eseridir. Dikkatle okunması gereken bir eserdir bu. Bugünkü gençlerimiz böyle eserleri ihmal etmemelidir.”
BU BİR TARİH TABLOSUDUR
Emin Hocaefendi, Sabri Efendi’nin damadı tarafından şahsına ithafen yapılan ancak sonraları çalınan bugün ise Fatih Camisi’nin müezzin mahfilinde muhafaza edilmekte olan tablonun hikayesini ise bizlere şöyle aktarmaktadır:
“50’lerden evvel Fatih civarlarında eski, büyük konaklar vardı. İşte bu resmin bulunduğu ev de yani Sabri Efendi’nin evi, böyle bir ev idi. Yüksek tavanlı, büyük duvarları olan evler… Zaten böyle bir resim de ancak öyle bir evde asılabilir. Sabri Efendi hicret etmek mecburiyetinde kalınca, tıpkı memleketi terk eden Osmanlı Sultanları’nın hanelerini talan edip içindeki pek çok tarihî ve antik değere hâiz kıymetli eşyaları yağmaladıkları gibi bu konağı da yağmalamışlar, tarumar etmişlerdir. O yağmada bu resmi kapan şahıs da ithaf ibaresini karalayarak seneler sonra bunu Malta’da satışa çıkarmış. Resme bir hanımefendi müşteri çıkmış ve o zamanın parası ile tam bir altına satın alıvermiş. O esnada bir beyefendi hanımın yanına yaklaşmış ve ‘Hanımefendi siz bu resmi aldınız götürüyorsunuz ama bu resim Şeyhü’l-İslâm Mustafa Sabri Efendi’nin evinden çalınmış, talan edilmiş eşyalardandır. Gelin bunu evinize götürmeyin; Fatih Camisi’nin bir köşesine asın da o da sizin hayrınız oluversin.’ demiş Hanım da insaflı bir kimseymiş, ‘Ya öyle mi!’ demiş. Hemen bir hamal bulunmuş ve getirilip camiye asılmış. Bu resim o tarihten beri Fatih Camisi’ndedir. Caminin boyaları yenilenirken yerinden indirmek icap etmiş. İndirirken de arkasını yırtmışlardı. Çok canım sıkılmıştı. Hem Mustafa Sabri Efendi’yi tanıyor olmak hem de hemşehrim olması hasebiyle asabiyet hislerim kabardı, kızdım. Sağ olsun, Osman Topbaş Bey’den rica ettik, işin ehlini buldu da tamir ettirdi. Bu resim çok manalıdır. Bir tarafta Sultan makamını temsil eden birtakım şeyler var, öbür tarafta Kabe-i Muazzama, Ravza-i Mutahhara ve oraya giden tren yolu (Hicaz demiryolu) resmedilmiş. Bu bir tarih tablosudur. Bizim sultanların gözleri, o iki makam-ı âlîye bakar. Oraya gidecek yolları tanzim ederler.”1
Ümmü Gülsüm Yeşil
1 İlyas Karaduman’ın “İlim Geleneğimizin Örnek Şahsiyeti Mehmet Emin Saraç” kitabından derlenmiştir.