Başka bir deyimle insan için ilahi bir emrin dışına çıkma, ona isyan etmek, aklın gösterdiği doğru yoldan ayrılmak mümkündür. Bu suretle insan, kendisinin yaradılış sebep ve hikmetinin dışına çıkmış ve ilahi mücazat’a müstahak olmuştur. Allah’a kulluk etmenin zevkinden mahrum olma, yaradılış sebebini idrakin saadetine erememe bu dünyada zaten mücazat tecelli etmeye başlamaktadır. Peygamberimiz (sa) bir hadis-i şeriflerinde imanla birlikte Allah’ın iradesine teslimiyete ve ona götüren metodu tarif etmiştir: “İslam, bir kimsenin namazını kılması, senede bir ramazan orucunu tutması, haccetmesi ve zekât vermesidir.” ibadetleri çerçeveleyen bu emirler içinde her şey mündemiçtir. Bunları muntazam bir şekilde yerine getiren kimse, esasen kötülüklerden arınmıştır. Allah’ın emir ve nehiylerine uymadan ibadet etmek mümkün olmadığından gerçek bir Müslümanın İslam’ın dünya hayatımız için çizdiği çizgiden çıkması düşünülemez.
İbadet ve psikolojinin en ehemmiyetli ve dikkate değer taraflarından biri de ibadetin fayda ve kar mülahazası ile yapılmaması, sırf “Allah’ın emridir” diye, Allah’ın rızasını tahsil için ifa edilmesidir. Bir misal olarak oruç ibadetini ele alalım.
Oruç’u basitçe bir perhiz gibi ele almak gafletlerin en büyüğüdür. Aslına bakarsanız, gündüz yediğimiz iki öğün yemeği gece yemekle herhangi bir perhiz yapmış da olmayız. Oruç, Allah’ın Kur’an’ı Kerim’de “Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz olunduğu gibi size de oruç tutmak farz olundu, ta ki korunasınız.” Ayet-i Kerimesi ile emrettiği bir ibadettir. İbadetlerin Allah rızası için, Allah’a karşı bir borç, ödenmesi yerine getirmesi gereken bir vecibe olduğu için ifa edilir. Bu sebepledir ki: ibadetlerin temelinde herhangi bir karşılık, bir fayda kaygısı yatmamalıdır. Oruç tutan kişi sırf “Allah emridir” diye, sadece “Allah’ın rızasını tahsil için” aç kalmakta, dünya nimetlerinden uzak durmaktadır. Böylesine hasbi bir davranış, bu şekilde bir teslimiyet ve en büyük yerden gelen bu emre itaat etme şuuru, insana, insan olma haysiyeti ve şerefini taşıyan kimseye yük bir ruhi huzur ve tatmin kârlık verecektir. İşte bu noktada oruç ibadeti kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bu, büyük bir ruh ve vicdan huzuru, borcunu ödemiş, vazifesini yapmış kimselerin eriştiği manevi tatmin duygusudur.
İslam, nefs-i emmareyi tarif eder. İnsanın bir takım bedeni ihtiyaçlarının doyurulmuş ve dünya ile alakalı bir takım faaliyetlerde bulunmamız için gerekli bir enerji kaynağı bir kuvvetten ibaret olan nefs-i emmare, aynı zamanda devamlı olarak kontrol altında tutulması gereken ve serbest bırakıldığı zaman zararlı olan bir kuvvettir. Nasıl kontrol altına alınmamış bir buhar tazyiki, kazananı patlatır ama kontrollü kullanıldığı takdirde bir tren katarını çeker götürürse, emmarenin kontrol altında faydalı istikamete sevki gerekir. Nefs-i emmareye bütün felsefi dokrinler biyolojik ve psikoljik teoriler ehemmiyetle temas etmektedirler. Davranışçıların içgüdü (sevk-i tabii) dedikleri
Freud ve psikinazcilerin “şuuraltı” diye adlandırdıkları, refleksçilerin ise şartsız refleks diye tarif ettikleri vakıa İslam’da hepsinden öncedir, hepsinden daha açık ve mükemmel bir şekilde “nefs-i emmare” tabiri ile tarif edilmiştir. Şunu bilhassa tekrar edelim ki; nefs-i emmarede bir mahlûktur, vardır, gerçektir ve lüzumlu zaruridir. Bir insanın karnı acıkmazsa yemek yiyemez ve ölür, cinsi sevk-i tabii olmazsa neslin üremesi mümkün değildir, yükselme ve üstün olma arzusu bulunulmasa insanlığın ileriye gitmesi tasarruf edilemez. Ancak bunların hiç birisi kontrolsüz ve alabildiğine duyurulur ve tatmin edilemezler, kontrol ve baskı altında tutulmaları gerekir. Oruç ibadeti bize nefsimizi baskı altına almayı öğrettiği için en değerli talim ve terbiye vasıtası olarak lütfedilmiştir. İşte sırf Allah rızası için yapılan bir ibadetin orucun büyük faydası burada kendini göstermektedir. Trakya’nın köylerinden gelmiş bir vatandaşımıza soyadını sordum, “kavgalı” dedi. Kiminle kavgalısın?
Sualime verdiği cevap ise beni kalbimden vurmuştu “kendi nefsimizle beyim” diyordu; “başka kavga edecek kim var ki…” İşte oruç insanoğlunun kendi nefsi ile kavgasında Allah’ın emrine uyarak kazandığı zaferdir. Midemiz olduğu kadar, dilimiz, elimiz, gözümüz, kulağımız ve ruhumuz her türlü kötülükten uzak tutulur. “Oruç tutunuz ki korunasınız.”
Diğer bir ibadet namazdır. Namaz günlük hayatımızı düzenler. Günde beş defa ve belirli zamanlarda Allah’ın huzuruna çıkmamızı temin eder. Müslümanın miracı olan namaz yaradanımız olan Allah’a teslimiyetimizi ve minnettarlığımızı ispat için bütün maddi alakaların terkedilmesi demektir. Namaz Allah’ın huzuruna ruhani bir seyahattir. Böylece iman ancak ibadetle kemale erer ve insan onun sağladığı büyük huzura ermiş olur.
Bir gün Şam’a gelen bir derviş Muhhiddin-i Arabi’yi görmek ister Allah’ın var olduğu ispat için bin bir delili olduğunu söyler. Muhhiddin-i Arabi’nin ona cevabı muhteşemdir: “Allah’ın varlığından bin bir şüphesi var öylemi?” İşte ibadet de bu psikoloji için yerine getirilmeli, şeksiz ve şüphesiz hiçbir karşılık ve faide kaygısına düşmeksizin Allah emrindedir diye yapılmalıdır, “ta ki korunalım…’’
Prof. Dr. Ayhan Songar