Gelgitler… Ne ücra bir yersin sen! Ne güvenliksiz bir muhit!

"Şimdi teessüflerini döküyorsun beynimin çöplüklerine. Şimdi çimlerine basıyorsun sensiz düşüncelerimin. Aklıma bir şey takılıyor. Bakıyorum sen tutuyorsun onu. Gece yarıları, beynimin müstakil horozu gibisin. Bağırıp bağırıp uyandırıyorsun." İnsanın gelgitler yaşayası geliyor... Gökhan Özcan öyle güzel yazmış...

Gelgitler… Ne ücra bir yersin sen! Ne güvenliksiz bir muhit!

Kafamın içindesin. İçimde büyüyorsun.

Sözlerinle kafamı gıdıklıyorsun.

Kafamı geri çekmekle senden kurtulamıyorum.

Çünkü sen içindesin.

Şimdi teessüflerini döküyorsun beynimin çöplüklerine. Şimdi çimlerine basıyorsun sensiz düşüncelerimin. Aklıma bir şey takılıyor. Bakıyorum sen tutuyorsun onu. Gece yarıları, beynimin müstakil horozu gibisin. Bağırıp bağırıp uyandırıyorsun. Gözüme uyku girmedi diyorum sabah. Oysa beynime girmiyor uyku. Sen sokmuyorsun. Utanmasam, ayaklarına kapanacağım kendi kafamın içindeki senin. Komik olur bu! Her şeye rağmen aramızda komik bir şey geçmiş olmasın istiyorum. Çekiniyorum senden. Haline bakılırsa, sen de bunu istiyorsun zaten. Durmadan yer değiştiriyorsun. Seni hangi yönde bulabileceğimi bilemiyorum. Tam bulduğumu sandığım anda çekiveriyorsun kendini. Sensiz nasıldı dünya... hatırlayamıyorum. Seni bulamayınca, beni de bulamıyorum. Seninle benim aramda kayboluyorum. Hem seni aramam gerekiyor hem de beni. Beni bulmayı başarabilirsem eğer, seni de kafamın içinde buluyorum. Hınzırca oturup bulmamı bekliyor oluyorsun. Bulduğumda şaşırmış görünüyorsun. Oysa çok iyi biliyorsun, ben uzun zamandır, dışarıdan durgun görünen devinimlerle hep sana akıyorum. Senin rahatlığın da bu. Okyanus rahatlığı... O kadar rahatsın ki bazen uyuduğumu sanıyorum. Sen uyurken beynime başka bir şeyler sokabileceğimi sanıyorum. Tam o başka bir şeyler girmeye hazırlanıyorlar, kahkahalarınla kapatıyorsun kafamın kapılarını. Sen kafamın yegâne imparatorluğusun. Ne ücra bir yersin sen! Ne güvenliksiz bir muhit!.. Bir sokağın bile yok girilecek. Sen ne fahiş bir hatasın görmekle işlediğim. Sen! Nesin sen? Ben küçüldükçe kafamın içinde büyüyorsun. Kimsin sen? Asla bir isim bulamayacağım sana. Çünkü içine girmeden önce bütün tanımları sildin kafamdan. Tek kaldın. İstediğin yere çekip götürüyorsun düşüncelerimi. Yalnız bugünüm değil üstelik elin- de olan. Hafızamı da ele geçirdin. Bazen eski resimlere dönmek istiyorum. Bakıyorum, resmin kıyısında parmak izlerin. Filmlerinde görünen yönetmenlere benziyorsun. Tarihimin konsantrasyonunu bozuyorsun. Geleceğimi de ipotek altına aldın şimdiden. Bütün rezervasyonları iptal edildi geleceğimin. Beni her gün biraz daha zamansız bırakıyorsun. Hayatımı her gün biraz daha kanıtsız bırakıyorsun. Beni yavaş yavaş siliyorsun dünyadan. Oysa ben olmazsam sen de olamazsın. Keşke güvenebilsem buna. Ama hiç rahatlatmıyor bu açıklama beni. Ölürse ben ölür diyorum, senler ölesi değil. Öyle görünüyor ki senler, kafasının içine girecek bir ben bulabiliyorlar her zaman. Mekânsızlık yalnız benlere özgü. Ve korkarım, benleri senlere dönüştürmenin de bir yolu yok. Bunun yerine, benlerin kafalarına giriyor senler. Böylece hem ben kalmaları sağlanıyor hem de gizlice senleştiriliyor benler. İşte böyle oluyor. Kafamın içinde durarak bütünlüğümü parçalara ayırıyorsun. Beni etnik çatışmaların eline veriyorsun. Beyin tasarımımı bozuyorsun. Niyetin ne? Beni yok etmek mi? Ben zaten yokum! Çok önce kayboldum sende. Bunu kafama girerken fark etmeliydin. Ancak terkedilmiş bir eve girilebilir böyle kolay. Diyeceksin ki, o ben kim öyleyse, zamansız, kanıtsız, silinen, ölen. O senin beni.

Yani?

Şu andan itibaren ben senin kafanın içindeyim.

İçinde büyüyorum.

Sözlerinle kafanı gıdıklıyorum.

Kafanı geri çekmekle kurtulamıyorsun benden.

Çünkü ben içindeyim...

Gökhan Özcan
Gerçek Hayat dergisi, 179. Sayı

YORUM EKLE