Dr. Ahmet Efe: "Hocamız ders vaktinde, ders mahallinde bulunmaya çok dikkat ederdi."

Hocamız ders vaktinde ders mahallinde bulunmaya çok dikkat eder, yerine oturunca da "Oh, cennet bahçesine geldik." derdi. Dr. Ahmet Efe, "İslâmi İlimler Hocalarının Dilinden" isimli eserde, hocası M. Emin Saraç’ı anlatıyor.

Dr. Ahmet Efe: "Hocamız ders vaktinde, ders mahallinde bulunmaya çok dikkat ederdi."

Merhum Mehmet Emin Saraç Hocaefendi ile tanışma hikâyenizi anlatır mısınız?

Merhum Emin Saraç Hocamın ders halkasina 1973 senesinde katıldım. O sene İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsüne başlamıştım. Sınıfta bir arkadaş, hocamızın Fatih'te ders okuttuğundan bahsetti, tavsiye etti. İlk derse gittiğimde Fatih'te, Dülgerzâde Camii'nde bir odada ders okutuyordu. Mısır'dan da arkadaşı olan Merhum Muhammed Ali Sâbûnî'nin Tefsiru Ayâti'l-Ahkâm adlı eserini okutuyordu.

Hangi dersleri aldınız?

1978'de Yüksek İslâm'dan mezun oluncaya kadar halkaya devam ettim. O sene hocam bir grup öğrencisini yüksek tahsil yapmak üzere Mekke'ye gönderdi. Önce Ezher'e göndermeyi düşünmüş, Ezher'den çok sevdiği hocası Merhum Ahmet Fehmi Ebû Sünne'ye bu niyetini açmış; o da "Ben Mekke'deyim, buraya gönder." deyince oraya gönderdi. Hocamın, İslâm âleminin ilmiye sınıfı arasında olduğu gibi Mekke Ümmü'l-Kurâ Üniversitesi çevrelerinde de hatırı sayılır bir saygınlığı vardı. Gönderdiği öğrenciler üniversiteye kabul edildi. Bunlardan birisi de ben idim. Giden arkadaşların birçoğu fıkıh, hadis ve kelâm gibi alanlarda yüksek lisans ve doktora yapıp döndüler. Bunlar peyderpey döndükçe hocam artık halkada derslerin okutulmasını onlara devretti. Arkadaş dersi hazırlar ve hocamızın nezâretinde halkadaki talebeye takrir ederdi. Böylece halka dersleri ihtisas dersleri hâline geldi.

Hocamın halkası akademi oldu. Ben de fikih alanında yüksek lisans ve doktora yapmıştım. Bu görevlendirmede hocam bana da fıkıh derslerini verdi. 1988'den itibaren hocamın halkasında fıkıhla ilgili dersler okutmaya başladım, hâlâ devam ediyorum. Hocam, ders kitaplarını seçerken Osmanlı medreselerindeki ders kitaplarını ve kolaydan zora doğru bir okunuş sırasını takip ederdi. Meselâ fikih derslerinde önce Nürü'l-Îzâh sonra sıra ile Merâkı'l-Felâh, Mültekâ, el-İhtiyâr ve el-Hidaye okunmasını arzu eder ve öyle yapardı.

Hocamın ders takrir usulü önce Arapça metni okuyup sonra onu tercüme edip açıklama şeklinde olurdu. Ancak talebenin daha iyi yetişmesi için metni talebenin hazırlayıp okumasını ister, talebe hazırlanır gelir, okur ve tercüme ederdi. Hocam da gerekli yerlerde gerek i'râb gerekse mânâ bakımından düzeltmeler yapar, yeri geldiğinde konu ile ilgili hâtıralar aktarırdı.

Ben bu usul üzere hocamın halkasında ve onun nezâretinde Mevsili'nin el-İhtiyarını, Damad Efendi olarak bilinen Osmanlı âliminin Mecmau'l-Enbur adlı iki ciltlik eserini ve Molla Husrev'in Dürer adlı fıkıh kitaplarını ve İbnü Melek'in Fıkıh Usulü kitabını ve Feraiz dersleri okuttum.

Hiç unutamadığınız bir anınız oldu mu?

Hocam herhangi bir fıkhî meseleye cevap verilecekse bunun önce Hanefî kaynaklarda yerinin bulunup oradan nakledilerek verilmesini isterdi. Filan kitabın filan yerinde diyerek yer gösterilmesinden çok memnun olur, kalbi ancak böyle mutmain olurdu. Kaynaklarda yer alan fetvalara aykırı bir şey söylenmesine gönlü razı olmazdı.

Bir hadis olarak, "Sizin fetvaya cesur olanınız cehenneme cesur olanınızdır." sözünü çok tekrar eder ve herkesin haddini bilmesi için bu yönde telkin ve tavsiyelerde bulunurdu. "Bana göre bu böyle, ben şu sonuca vardım" gibi biraz ilmiye gururu kokan söz ve davranışlardan hoşlanmazdı. Söz buraya geldiğinde Mısır'da yaşadığı bir hadiseyi anlatırdı: Bir gün Ezher'in meşhur âlimlerinden Şeyh Buhayrî'nin evinde cemaatle namaz kılmışlar. Namazı genç bir Ezherli kıldırmış, sonunda sehiv secdesi yapmış ama secdeyi alışılmış şeklinin dışında bir şekilde yapmış. Şeyh Buhayri "Neden böyle yaptın?" deyince imam efendi "Sehiv secdesinin şekli bana göre böyle daha sahih geliyor." demiş. Şeyh Buhayri, "Bana göre sana göre’yi bırak, şeytan bu devirde bu kapıdan giriyor." demiş. Hocam, Buhayrî'nin bu sözünü böyle müctehitlik taslayanlara karşı bir hüccet olarak zikrederdi.

Son olarak hocaefendiyle alakalı ne söylemek istersiniz?

Hocamız ders vaktinde ders mahallinde bulunmaya çok dikkat eder, çok önemli bir sebep olmadıkça mutlaka derse gelirdi. Yerine oturunca da “Oh, cennet bahçesine geldik." diyerek ilim meclisinin ne kadar mübarek bir meclis olduğunu böylece hazır bulunanlara telkin etmiş olurdu. Buna örnek olarak -yanılmıyorsam- Fatih Camii'nde ders okutan bir Hüsrev Efendi'den bahsederdi. Hüsrev Efendi bir gün derse gelmiş, bir miktar ders takrir ettikten sonra, "Kusura bakmayın eve biraz erken dönmem lazım, bir hasta kızım vardı bugün vefât etti, gidip onu öğle namazına hazırlamamız lazım." demiş ve ayrılmış.

Emin Hocamız, bunu sudan bahanelerle derse gelmeyenlere örnek olsun diye anlatırdı. Gerçekten de ender bulunan güzel bir örnek. Allah hepsine rahmet eylesin.

Dr. Ahmet Efe

Fıkıh Ana Bilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi

Kaynak: İslâmi İlimler Hocalarının Dilinden

YORUM EKLE