MODERN DÖNEMDE BİR HİKMET İŞÇİSİ
ÖZÜN ÖZÜNÜ ARAYAN
ABDURRAHMAN ARSLAN
Popüler kültürün tavan yaptığı bir dönemde, Abdurrahman Arslan’dan bahsetmek tam yerinde olur. Kalıplar kutsanıyor, muhteva berhava ediliyorsa ve de ahali sessizce buna ram oluyorsa, kalbin gözüyle gören biri çıkmalı ortaya. Ve ekseriyet tarafından ne dediği anlaşılmasa da her ülkeye elzem profil olarak, Abdurrahman Arslan karşımıza çıkar.
Epistemolojik kopuşların kavşağında, “İşte kaza burada oldu ve şöyle gelişti” dedikçe, “bilirkişiler” tarafından “titri” yeterli kontur ihtiva etmediği gerekçesiyle dikkate alınmaz. Rahatı bozmak yerine, onu tanımazdan gelmek daha ekonomik bulunuyor. Kafa konforunu eyleme dönüştürme riskinden korumanın altın kurallarını “Kişisel Gelişim Programlarıından” devşiren “atılıcı” Müslüman gençler indinde Abdurrahman Arslan ismi, bulmaca sorusu bile olmaz. Ekonomik doktirini yok, borsa bilmez, kur paridesi hakkında konuşamaz.
Allahuekber’i modaya tahvil eden “ünlü modacımızın” televizyonda kendisine yönelttiği “itham” onu tam anlatıyor: “İlahiyatçı değilsin, modacı değilsin niye konuşuyorsun”
Abdurrahman Arslan ağabeyi, işte tam buradan anlamaya başlamak gerek. Moda ile ilahiyat arasındaki gizli ilişkiyi kavradığımızda, onu anlamak için hayli mesafe almış oluruz.
Aydın kalıbına oturmama mücadelesinde alimlerin öncü gücü. Öncü olarak savaştığı güruhtan arkasında kimse yok. Belki bilmedik bir medreseden, tanımadık alimler çıkar da gelir deyu, aydınla olan mücadelesini sürdürüyor. Aydınlara düşünsel turlar düzenliyor. Maliyeti pahalıya patlayacak bu turlara katılan olmayınca, gençlere yöneliyor. “Bir kişi az değildir” bahsinden yola çıkarak, Hıristiyanlığın Romalaşmasını, araya Grek’in kaynak oluşunu ve aydınlanmanın ne menem bir başkalaşımla ortaya çıktığını, ana ve tali koordinatlarıyla anlatır. Modernitenin istasyonlarını bir bir anlatarak, içinde bulunduğumuz halin kimin hesabına çalıştığını ortaya koyar. Ol dem anlarsınız ki, “küresel marketin” reyonları için çalışmaktasınız, onu muhafaza etmek için canhıraş uğraş vermektesiniz. Formatın zokasını kıramamış ilahiyatçı, gros marketin meşrulaştırma bahsinde bu yüzden önemli bir pazarlamacıdır ve modacıyla iyi geçinmesi, trajik düzlemde anlaşılabilirdir.
Sıcak bir Vanlı. Cömert, misafirperver olduğunu, iyi çiğ köfte yaptığını, otlu peyniri sofrasından eksik etmediğini söylemek ihtiyaç harici. Dostları onu yürekten sever.
Hakikatin peşinde hiçbir modern ışıltı ve engele takılmadan yürümesi, onu sıra dışına çıkarıyor. Bu yüzden gros marketin tek kopyadan ürettiği akademisyenlerine, onunla aynı toplantıda olmak cazip gelmiyor. Bilginin profesyonel üretme ve tüketme halini olumlamıyor.
Kuru temizleme için kimyasal madde üreten atölyelerinde kardeşleriyle çalışıyor. Pek cazip olmayan, fırın karşısında saatlerce bekleme işini gönüllü kabul ediyor; fırın karşısında okuma eylemini sürdürmek için. “Tavlanmış fikirler” böyle çıkıyor ortaya.
Yıllar önceydi, bir gezide çadırda konuşanı dinleyenler arasındaydım. Farklı bir sıcaklık alıyordum. İsmini yanımdakine sorunca, fiziki tanışıklık hasıl oldu. İlk tanışıklık sonrası, ona problem çıkarmakta hiç kusur etmedim. “Problematik Çocuk” ismini, fazlasıyla hak ettiğimi kendisi söylüyor. Ne zaman arasam, her şeye hazırlıklı ve temkinli konuma geçiyor.
Habitat kapsamında konferanslar düzenleme görevim vardı.
Şehirin ortaya çıkışını anlatan bir başlıkta, konuşmacı olmaya razı etmiştim onu. Ancak, saat üç’te sandığım toplantının saati on üç’müş. Millet toplanmış bekliyor. Çoğu ecnebi. Konu iddialı. Telefon acı acı çaldı. Soluk soluğa Abdurrahman ağabeyi alıp kürsüye ulaştırdım. “Ne olduğunu sonra anlatırım” dedim.Yanına tercümanı oturtturdum. Ancak tercüme yürümüyor.
Ne yapayım diye düşünüyorum. Tercümanı kaybetmek mi eftaldir; yoksa toplantıyı mı? İnsan kaybetmemekten yanayım. Abdurrahman ağabeyin düşüncesi de böyledir diye de rahatlatıyorum kendimi. Ancak, erkeklerden daha duygusal oldukları söylenen bayanlar, bir çırpıda değiştirdiler mütercimi. Tam rahatlığa kavuştuğumu sandığımda, yeni mütercimin “Türkçe’siyle” irkildim: “Danışmaçi diyer ki, özümün başına düşmüştür ki...” Salonda kahkaha kıvamına yaklaşan gülüşmeler… Ter basıyor beni. Ne diyeceğim toplantı sonrası diye. Su ve bardak koydurdum masaya. Bardağın dibi delik, suyu doldurunca pantolonu sırılsıklam. Bir tek olay benden yana değil. Ülke değiştirme durumunu düşünüyordum.
Toplantı sonrası fırsat vermeden atıldım: “Abdurrahman ağabey, sana öyle bir şey göstereceğim ki, bütün hatalarımı affedeceksin” dedim. “Yeni problemlerdir dediklerin” anlamında karşılıktan sonra, onu Habitat içinde kerpiç ve ağaçtan yapılmış duvar modelinin yanına götürdüm. “İşte” dedim; “elin Amerikalı’sı bizim kaybettiğimizi bulmuş. Alternatif, doğal yerleşim diye, “ yeni” bir ev modeli sunuyor bize.
Bir duvarın zordaki insana bu kadar yardımcı olduğunu anlatsan kimse inanmaz. Daha nice problemler yaşattım ve yaşatmaya devam ediyorum. Ne zaman ihtiyacımız olsa, önceden sözü yoksa, mutlaka yardımcı olur. Ben de hayatını “renklendirecek” konularda “yardımımı” esirgemiyorum.
Geçenlerde (2003) bir toplantı için İran’a davet edilmiştim. İki cümleden biri, “Bilgi Toplumu” olarak, her konuşmacıdan sadır olmaktaydı. İnternetten mucize bekleniyordu. Bilgi Toplumunun tercümesinin Tüketim Toplumu olduğunu anladıklarında, onlar da “iyi” bir bedel ödemiş olacaklardı. Aklıma Abdurrahman ağabey geldi. Bunlara da bir tane lazım diye düşündüm.
Türkiye’ye gelir gelmez, Türkçe bilen gazeteci arkadaşıma Abdurrahman Arslan’a silah zoru ile yazdırılan “Modern Dünyada Müslümanlar” isimli kitabını gönderdim. Açlıkla ekmeğe saldıranlara, “diyet yapın” demiş oluyoruz böylece, biliyorum; ama doğrusu bu; ben ne yapabilirim.
Abdurrahaman ağabey, vefalı bir gelenekçi. Geçmişinden söz etmeyi sevmediği için, ben de girmiyorum. İslam dünyasının ana problemine elini koymuş bekliyor. Batıda yıllarca yaşama bedelinden bizi kurtararak, belleğimizi besliyor. Ancak biz bununla da yetinmiyoruz; “çözüm” diyoruz. Adım problematiğe çıkmışken, ne yapsam yeridir. Üstelik yakın zamanda annesini kaybetti. Allah rahmet etsin. Şimdi o bir yetim. Bu bir başka enerjidir. Görelim neler sadır olacak, sohbeti şifa olan bilgeden.
(on yıl sonra)
Not: Hala cep telefonu yok. Hala olmayan alimler adına savaşıyor. Aynı adreste. Geçmişin izlerinden geleceğe yürüyor. (Kasım 08 )
Boyasız Yüzler, Ahmet Mercan, İlke Yayınları, Mayıs 2009
Asım Gültekin alıntıladı.